27 Aralık 2010 Pazartesi

Zengin Temel

Temel ile Dursun Amerika'ya iş aramak için gitmişler. Aylar geçmiş bir iş bulamamışlar. Sonunda Temel:

- Dursun bu iş böyle olmayacak. İyisi mi sen doğuya git ben de batıya gideyim. Belki ayrı ayrı daha çabuk iş buluruz. Bir yıl sonra bu parkta buluşuruz, demiş.

Ayrılmışlar, aradan bir yıl geçmiş. Temel buluşacakları parka yarım saat önce gelmiş. Bir süre sonra Dursun gelmiş ama altında son model bir araba, birkaç tane koruma havalı havalı Temel'in yanına gelmiş. Temel:

- Ula Dursun bu ne nasıl böyle zengin oldun?

Dursun:

- Kafamı çalıştırdım, bir makine icad ettim.

Temel:

- Nasıl bir makina?

Dursun:

- Erkekler tuvaletinde pisuarın yanına bir makine koydum. 1 Dolar atıyorsun; aleti yerinden çıkarıyor, işettiriyor, sonra yıkayıp yerine koyuyor. Böylece çok zengin oldum, demiş.

Sonra beraber biraz gezmişler yemek yemişler. Dursun Temel'e biraz harçlık vermiş. Bir yıl sonra yine aynı parkta buluşmak üzere ayrılmışlar. Bir yıl sonra bu kez Dursun biraz erken gelmiş. Biraz sonra Temel gelmiş ama altında Limuzin, yanında 2 tane Amerika'nın en güzel mankenleri, korumalar... Dursun sormuş:

- Ula Temel bu ne hal. Nasıl böyle zengin oldun?

Temel:

- Kafamı çalıştırdım, bir makine icad ettim. Erkekler tuvaletinin yanında pisuarların yanına bir makina koydum. 1 Dolar atıyorsun makinaya, aleti yerinden çıkarıyor, işettiriyor sonra yıkıyor.

Dursun:

- Ula benim makinadan farkı ne ki?

Temel:

- Benimki 2 dolar vermezsen bırakmıyor...

19 Aralık 2010 Pazar

Hani Araba Yoktu

İki katlı ve garajlı bir evde oturan ailenin biri tam yatmaya hazırlanırken karısı kocasına:

- Garajda hırsız var, der.

Adam camdan sessizce dışarı bakar, garajın ışığını açar. İki kişi esyalardan bazılarını taşımaktalar.

- Evet, der adam.

- Dışarıda iki kişi var bizim esyaları çalıyorlar..

Bunun üzerine hemen polise telefon eder.

- Alo memur bey, şu anda bizim bahçede iki hırsız var ve garajdaki esyalarımızı çalıyorlar. Acele araba gönderin, der.

Bunun üzerine polis:

- Evin içindeler mi? diye sorunca adam.

- Hayır garajdalar, der.

- Tamam o zaman içerden kapıları iyi kilitleyin ses yapmadan evde bekleyin. Eğer zamanımız ve arabamız olursa göndeririz, çünkü şu anda hepsi meşgul. Adam telefonu kapatır ve yüze kadar saymaya başlar. Saydıktan sonra tekrar polise telefon eder.

- Biraz önce size evimde hırsız var diye telefon etmiştim. İkisini de vurdum, der telefonu kapatır.

İki dakika gecmeden bir sürü polis arabası ve bir de ambulans gelir ve hırsızları suçüstü yakalarlar. Memurun biri adama yanaşır:

- Hani adamları vurdum demiştiniz?

Bunun uzerine adam da:

- Hani siz de şu anda arabamız yok demiştiniz!

Dindar Ayı, Çaresiz Ateist

Ateist bir adam bir gün ormanda geziyor ve etrafındaki güzelliklere bakıyormuş.

- Evrim ne güzellikler yaratıyor! diye düsünüp mest oluyormuş.

Birden arkasında kocaman bir ayı belirmiş ve onu kovalamaya baslamış. Adam bütün gücüyle kaçıyormuş ama her arkasına bakışta ayının daha yaklasmış olduğunu farkediyormuş. Dakikalarca süren bir kaçışın sonunda adamın ayağı yerdeki dala takılmış, ayı adamın üzerine atlamış. Pençesini kaldırmış, tam vurmaya hazırlanırken adam:

- ALLAH'IM!!! diye bağırmış.

Bir anda zaman durmuş, ayı donmuş, ormandaki nehir bile akmaz olmuş. Bir anda orman kararmış ve gökyüzünden bir ışık hüzmesi adamın üzerine parlamış. Çok derinden gelen ilahi bir ses adama:

- Yillarca bana inanmadın, yaratılışı kozmik bir kazaya bağladın. Sana bu durumda yardım etmemi mi istiyorsun? Seni sevgili bir kulum mu saymalıyım? demiş.

Adam utanç içinde:

- Biliyorum bunca yıldan sonra dindar biri olmayı istemem haksızlık, ama belki ayıyı dindar yapabilirsiniz, demiş.

Ses:

- Peki, diye karşılık vermiş ve ışık kaybolmuş.

Nehir tekrar akmaya baslamış. Herşey eski haline dönmüş. Ayı pençesini indirmiş, iki pençesini de göğe doğru çevirmiş ve konuşmaya başlamış:

- Allah'ım! Senin rızkınla orucumu açıyorum. Hamdolsun verdiğin nimetlere...

18 Aralık 2010 Cumartesi

Hep Böyle İsterim

Kadının biri; "Armudun sapı, üzümün çekirdeği" deyip yıllarca evlenmemiş. Bu konudaki tüm teklifleri geriye çevirmiş. Neden sonra birine razı olmuş ve evlenmeyi kabul etmiş. Güzel bir düğün yapılmış ve yeni evlerine taşınmışlar.

Tabii henüz kocasını tam olarak tanıma fırsatı bile bulamamışken ilk sabah kocası erkenden kalkmış ve karısına mükemmel bir kahvaltı hazırlamış. Yumurta rafadan, tam istediği gibi. Ekmekler kızarmış, taze portakal suyu vs... Bir kuş sütü eksikmiş. Kahvaltıyı yatağa kadar getirmiş ve nazikçe hanımını uyandırmış. Tabii kadın bunu görünce çok sevinmiş ve:

- Yahu durduk durduk ama turnayı gözünden vurduk, diye içinden geçirmiş. Kadın bunları düşünürken kocası sormuş:

- Nasıl karıcığım, beğendin mi? Kadın cevap vermiş:

- Evet evet çok teşekkür ederim, harikasın kocacığım. Bunun üzerine kocası ilave etmiş:

- Bundan sonra hep böyle isterim.

Öyle Bir Hayvan Tanımıyorum

Padişah ile vezir tartışmaya başlamış. Padişah, vezire:

- En büyük ve en güçlü olan benim. Sen benim emrimdesin! demiş. Vezir:

- Hayır ben büyüğüm. Ordunun başında ben savaşıyorum, sen sadece mühür basıyorsun, diye itiraz etmiş.

Tartışma uzayınca padişahla vezir, bir çobanın yanına gitmişler ve konuya hemen girmemek için çobana sormuşlar:

- Senin koyunun mu büyük, ineğin mi?

Çoban şaşırmış şaşırmasına da, soranlar da padişahla vezir.

- İneğim, demiş.

- Keçin mi büyük, öküzün mü?

Çoban:

- Öküzüm tabii, deyince asıl soruyu yöneltmişler çobana:

- Söyle bakalım. Padişahın mı büyük, vezirin mi?

Çoban hiç düşünmeden yanıt vermiş:

- Vallahi ben bu hayvanları tanımıyorum!

Ben Fareyim

Birgün dünyanın önde gelen istihbarat teşkilatları arasında bir yarışma düzenlemişler. Mekan olarak Afrika seçilmiş. Görev basit; bir tane işaretlenmiş fare, bir çok hayvanın olduğu bir mekana salınacak, salınmanın üzerinden tam olarak bir gün geçince sırası gelen istihbarat teşkilatı elemanları fareyi bulmaya çalışacak. Farenin biri işaretlenmiş ve salınmış.

Birgün geçince ilk sırada olan Mossad aramaya koyulmuş. 6 saat sonra Mossad elemanları işaretli fare ile gelmişler. Sonra fare yine salınmış. Bu sefer sıra, CIA'e gelmiş. Onlar da fareyi 8 saat sonra bulup getirmişler. Sonra da sıra Kgb'ye gelmiş. Kgbli'ler ise fareyi 1 gün sonra bulup getirmişler. En son sıra bizim Mitçi'lerdeymiş. Ama 1 gün olmuş, 2 gün olmuş, 1 hafta olmuş, bizim Mitçi'ler yok ortada. Sonra diğer elemanlar merak etmişler. Bunların başına bir iş mi geldi diye aramaya koyulmuşlar. Bir de bakmışlar ki bizim mitçiler kuytu bir köşede bir tane fille uğraşıyorlar. Elemanlardan biri filin g.tüne cop sokuyor, diğeri ıslatıp elektrik veriyor, bir diğer elinde kızılcık sopası vura vura file:

- Sen faresin, sen faresin, sen faresin... diyormuş.

Bu durumu gören diğerleri Mitçi'lere sormuşlar:

- N'apıyorsunuz?

Bizimkiler:

- İşte fareyi bulduk, demişler.

Adamların ağzı açık kalmış:

- Kardeşim, bunun neresi fare. Bu bildiğimiz fil.

O anda fil atlamış:

- Abi ben valla fareyim, billa fareyim...

17 Aralık 2010 Cuma

Peçete Fıkrası

Adamın biri eczaneye girmiş ve bir kutu prezervatif istemiş. Eczacı kadın sormuş:

- Hangi boy olsun? Adam yanıtlamış:

- Bilmem ki.

Bunun üzerine Eczacı kadın adamın fermuarını indirmiş ve aletini dışarı çıkarıp eliyle bir süre yoklamış. Ardından kalfaya seslenmiş:

- Oğlum bir kutu orta boy prezervatif getir.

Bir süre sonra başka bir adam gelmiş ve bir kutu prezervatif istemiş. Eczacı kadın yine sormuş:

- Hangi boy olsun? Adam yanıtlamış:

- Bilmem ki.

Yine kadın fermuarı indirip aleti eliyle iyice yoklar ve kalfaya seslenir:

- Oğlum hemen bir kutu büyük boy prezervatif getir.

Bunları gören karşı bakkalın çırağı hemen soluğu eczanede alır ve bir kutu prezervatif ister, ancak alet büyüklügünü bilmediğini ekler. Eczacı kadın çırağın fermuarını açar, aleti eliyle güzel bir yoklar ve kalfaya seslenir:

- Oğlum hemen bir peçete getir.

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!

İki Kürt arkadaş anlaşıp, Türk olmaya karar vermişler. Yetkili mercii diye gösterilen yerdeki yetkili kişi ise bunun mümkün olduğunu fakat bir şartı olduğunu belirtmiş.

- Buraların en yüksek tepesine gidin. Zirveye adım atınca elinizde Türk bayrağı 'Ne mutlu Türk'üm diyene!' diye bağırın, demiş.

Bunun üzerine iki Kürt arkadaş yola koyulmuşlar ve tepeyi görür görmez başlamışlar tırmanmaya. Hızlı hızlı tırmanıyorlarmış tepeye. Zirveye fazla kalmamışki birinin ayağı tökezlemiş ve geride kalmış. Öteki varmış zirveye, almış bayrağı eline 'Ne mutlu Türk'üm diyene!' demiş. Aşağıda kalan elini uzatmış arkadaşına:

- Gardaş bir el ver de çıkam şura.

Zirvedeki ise ayağını kaldırıp bir tekme atmış alttakine, aynı anda da:

- Ha s.ktir .mına koyduğumun Kürt'ü, demiş.

16 Aralık 2010 Perşembe

Serçe ve Motorcu

Serçenin biri, bir bahar günü uçuyormuş. Bir anda farketmiş ki karşıdan motorsikletli bir adam geliyor. Her ikisi de çarpışmayı engellemek için ellerinden geleni yapmışlar. Ama nafile... Serçe, 'çotaaank' diye kaska çarpıp düşmüş. Motorcu koşmuş serçenin yanına. Serçe baygın yatıyor. Kıyamamış, bırakamamış yolda almış getirmiş eve. Eskiden kalma bi de kafesi var evde. Baygın serçeyi kafesin içine güzelce yerleştirmiş. Yanına da az biraz su, az biraz ekmek koymuş, vurmuş kafayı yatmış.

Bizim serçe bi müddet sonra ayılmaya başlamış. Daha tam seçemiyor ortalığı. Hafif bulanıklık var yani. Bir bakmış ki parmaklık, ekmek, su falan var bulunduğu yerde. Birden dank etmiş vaziyet:

- Has..tir lan motorcuyu öldürmüşüz !

Kürt'le Pazarlık

Bir köyde aynı gün bir Kayseri'li, bir Laz ve bir Kürt ölmüş. Ahali toplanıp cenazeleri yıkamış, cenaze namazı kılmış ve güçlükle köyden uzak mezarlığa götürüp gömmüşler. Yorgun argın dönüp, kahveye oturup çay söylemişler. Birazdan bir bakmışlar ki Laz mezardan çıkmış, üstünü başını silkeleyerek kahveye geliyor!

- N'oldu? Hayırdır, nasıl geldin? diye sormuşlar.

Laz cevaplamış:

- Öbür tarafta aynen burası gibi, zebaninin eline bi beşlik sıkıştırdım. Beni geri gönderdi.

Diğerleri merakla sormuşlar:

- Peki Kayserili'yle Kürt nerede?

Laz getirilen çayı karıştırırken cevaplamış:

- Ben gelirken Kayserili; "İkibuçuğa olmaz mı?" diye pazarlık ediyordu, Kürt ise; "Ben vermem devlet versin" diyordu.

Büyüttüreceğim

Evliliklerinin ilk gecesinde yeni gelin nefis bir gecelikle odaya girer. Damat pek mutludur:

- Güzelim, artık evli olduğumuza göre geceliği çıkarabilirsin.

Gelin söz dinler ve soyunur...

- Aman Allahım! der damat. Mükemmelsin bir resmini çekmek istiyorum.


Kız şaşırır:

- Neden resim çekmek istiyorsun?

- Seni bu güzel halinle daima yanımda taşımak istiyorum da ondan sevgilim.

Neyse.. Damat, gelinin resmini çeker. Bir süre sonra banyoya giren damat üzerinde bir şortla çıkar. Gelin de aynı oyunu yapar.

- Evli olduğumuza göre şortu çıkarabilirsin hayatım, der.

Damat şortunu çıkarır... Ve az sonra kız:

- İnanmıyorum, dur bir resmini çekeceğim.

Damat tedirgin:

- Canım resmi ne yapacaksın?

- Neden olacak hayatım, büyüttüreceğim.

Aids'li Temel

Temel akciğer kanseri olmuş. Doktorlar:

- İki aydan daha fazla yaşaman mucize olur! demişler ve ümitsiz olduğu için tedaviye de son vermişler.

Öleceğini anlayan Temel, bütün dostlarıyla helalleşmeye karar vermiş. Fakat bizim Temel gördüğü herkese kendisinin AIDS hastalığına yakalandığını ve iki ay içinde öleceğini anlatıyor ve haklarını helal etmelerini istiyormuş. Bunu duyanlar Temel'e helallik veriyorlarmış ama bir yandan da elini bile son bir defa sıkıp, kucaklamaktan kaçınıyorlarmış. Temel'in en iyi arkadaşı Dursun, Temel'in bu yaptığını duyunca sormuş:

- Ya Temel, anladık sen kanser oldun ölecen, neden millete AIDS oldum diyon, bak herkesi bir korku sardı, demiş.
Temel:

- Ya Dursun, öyle de ölecez böyle de ölecez, bari karıyı sağlama alalım, dedim.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Yazar Temel

Temel roman yazmaya karar verir ve hemen Orhan Pamuk'a koşar:

- Üstadım! Ben de roman yazacağım. Seninkiler gibi çok satsın istiyorum. Bana ne önerirsin? diye sorar.

Pamuk bu samimi soruyu sever ve yardım etmeye karar verir.

- Bak Temel! Türk halkı her zaman üç konu ile daha çok ilgilenir. Ne iş yaparsan yap, bu üç ana konuyu hiç unutmayacaksın. Birincisi özel yaşam. Yani aşk, seks ilişkileri. İkincisi nereden geldiğin, kimlerden olduğun yani asalet merakı. Üçüncüsü de her şey gizemli olmalıdır. Merak uyandırman gerekir. Kitabın sonuna kadar heyecanla beklemeliler. Eh bir de kitabına dikkati çekecek bir isim bulursan iş tamamdır. En az on bin adet satılır, diyerek işin sırlarını verir.

Temel, Nobel Ödüllü Orhan Pamuk'tan aldığı gaz ile hemen kitabını yazmaya başlar. Üç ay sonra da kitabı bitirip yine Pamuk'un kapısına dikilir. Pamuk ilk iş olarak:

- Kitabının ismini ne koydun? diye sorar. Temel:

- Sizin verdiğiniz önerileri dikkate alarak kitabın ismini; 'Kontesi kim öptü?' olarak düşündüm. Aynen dediğiniz gibi, aşk var, seks var, gizem var.

Romanın ismi Pamuk'un çok hoşuna gitmiş:

- Aferin. Çok güzel olmuş. Kontes ile asaleti, öpmek ile seksi vurgulamışsın. Gizem de var. Ama sana söylemeyi unuttuğum bir şey daha var. Türkiye'de en önemli konu aslında dindir. Romanın bir yerine inancı ile ilgili birkaç olay koyarsan işte o zaman kitabın kesin çok satanlar arasına girer. Hatta İngilizce'ye çevrilip dünyada satılır, der.

Temel evine gidip düşünmeye başlar. Bir ay sonra Orhan Pamuk'u arayıp kitabının ismini bildirir:

-Allah Allah, Kontesi kim öptü?

Papazı Dövdürtme

Türk, Kürt ve kıyafetinden papaz olduğu anlaşılan Ermeni, üç Anadolu insanı, sıcak bir yaz günü seyahat ederken yanlarındaki suları biter. Bakınırlar çevrede bir damla su yok ama vakit bağ zamanı. Altın gibi sararmış üzümler yol kenarında ve kendilerine adeta el sallayıp, göz kırpmaktadır. Bağı tarayan, arayan gözler, sahibini bulamayınca, dayanamaz dalarlar içeri:

— Aman canım!! Kaç paraysa veririz! İki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın! Göremedikleri bağın sahibi, üzüm yiyenlerin üzerine gelir. Fena bozulur lakin üç kişiyle de başa çıkamayacağını bilir. Bakar kıyafetlerine, biri Ermeni hem de papaz, konuşmalarından, giysilerinden diğerlerini de hemen anlar. Döner Ermeni'ye:

— Bak bu adam Türk, yesin malımı. Benim kanımdandır. Helali hoş olsun. Bu da Kürt'tür. Ama din kardeşimdir. Sana ne oluyor? Nasıl yersin benim üzümleri be adam!

Derken papazı bir güzel döver. Bağ sahibinin söylediklerinden hoşlanan Türk ve Kürt olan bitenlere seyirci kalır. Hatta keyiflenirler. Papaz da kıpırdayacak hal bırakmayan bağ sahibi biraz sonra Kürt'e döner:

— Müslümansın da niye sahipsiz bağa giriyorsun be adam! Haydi bu adam benim kanımdan yediyse afiyet olsun. Çünkü o Türk, kardeşim. Ama sana ne oluyor? der ve bir güzel onu da döver, yere serer.

Bu durum da Türk'ün hoşuna gider, keyfi katlanır. Biraz sonra soluklanıp dinlenen bağ sahibi bu kez Türk'e döner:

— Tamam anladık!! Kardeşimsin, Türk'sün, aynı kandanız, aynı dindeniz. Ama sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi? der ve Türk'e de başlar vurmaya.

Yediği yumruklarla imanı gevreyen, yere yuvarlanan Türk, Kürt'e döner ve acıyla bağırır:

— Biz papazı dövdürmeyecektik!

Karadeniz'den Getirtiriz

Karadenizli'nin biri birgün Kayseri'ye gelir. Pastırma dükkanına girer ve esnafla tanışır:

- Karadeniz'den geldim arkadaş! Gezerken de bir pastırmanın tadına bakayım dedim. Ama duyduğuma göre insanlara pastırma diye eşek eti yediriyomuşsunuz. Doğru mu? diye sorar.

Bu sorunun karşısında tepesi atan Kayserili de doğal olarak altta kalmaz ve:

- Evet doğru. Eşekleri de Karadeniz'den getiririz.

14 Aralık 2010 Salı

numara yapma

Öbür dünyaya gelenler sıraya sokuluyor, uygun adım yürüyüşle sırat köprüsü başına sevkediliyordu. Baş melek, gelen bir grup erkeğe "Durr!!" buyruğunu verdikten sonra:
- Karısını aldatanlar kendilerini buradan aşağıya, cehenneme atsınlar!!
Gelenlerin hepsi kendini attı, bir kişi kaldı. Baş melek ona döndü:
- Hey sen! Sağır numarası yapma! At kendini sen de!

istifa

Ders yılı sonunda sınıfta kalan öğrencilerden biriyle öğretmen arasında şu konuşma geçti.
Öğretmen :
-Bir daha sınıfta kaldığını görmeyeceğim, anladın mı?
Öğrenci :
-İstifa mı ediyorsunuz, öğretmenim?

Kim Büyük

Hüsnü Mübarek yardımcılarından birine:

- Söyle bakalım, ben mi büyüğüm yoksa Nasır mı büyük?, diye sormuş. Bunun üzerine yardımcısı:

- Tabii ki siz büyüksünüz efendim, demiş.

Mübarek:

- Neden büyüğüm? demiş. Cevap:

- Nasır İsrail'den korkardı siz korkmuyorsunuz o yüzden, olmuş.

Mübarek yine sormuş:

- Söyle bakalım ben mi büyüğüm yoksa Enver Sedat mı büyük? Cevap:

- Siz büyüksünüz, olmuş.

- Neden? diye sormuş Mübarek. Cevap:

- Çünkü Enver Sedat İhvan-ı müslimin'den korkardı siz korkmuyorsunuz.

Hüsnü Mübarek hep:

- En büyük sizsiniz efendim, cevabı karşısında işi ilerletmiş ve:

- Söyle bakalım, Ömer mi (Hz. Ömer) büyük ben mi büyüğüm? Yardımcısı yine:

- Siz efendim, demiş.

- Neden büyüğüm peki?

- Çünkü Ömer Allah'tan korkardı, siz korkmuyorsunuz!


'Hüsnü Mübarek: 1981 yılından beri Mısır'ın cumhurbaşkanı olarak görev yapan kişidir.
'Nasır: Mısır'lı asker ve devlet adamı.
'Enver Sedat: Mısır'ın üçüncü cumhurbaşkanıdır.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Artık Meclisteler

Yıllarca ülkesinden uzak kalmış bir adam, İran'a döndüğünde ülkesine kavuşmanın heyecanı içindedir. Evine gitmek için Tahran Havaalanı'nda bir taksiye biner. Yarı yolda şoföre, ilk tütüncüde durmasını söyler. Şoför sorar:

- Tütüncüde ne yapacaksınız beyim?

- Sigaram kalmamış. İki paket sigara alacağım.

- Alamazsın beyim, sigarayı artık camide satıyorlar!

- Camide mi satıyorlar? Yahu cami Allah’ın evidir, oraya ibadet etmeye gidilmez mi?

- Hayır beyim! İbadet etmek için artık üniversiteye gidiliyor.

- Peki, o zaman öğrenim nerede yapılıyor?

- Öğrenim hapiste yapılıyor beyim!

- Hapiste hırsızlar, soyguncular yok mu?

- Onlar artık mecliste beyim!..

fıkralar

10.temel hergün evine trenle gidip gelmektedir.yine bir gün trende giderken karşısında oturan adamın biri pezevenk der. temel şaşırır acep bağamı dedi diye sağına soluna bakınır. adam yine pezevenk der.temel yine şaşkınlık içinde sağa sola bakınır; sanırım bağa dedi der. olay çıkmaması için ilk durakda iner ve olayı evde karısına anlatır.
-fadime bugün trende adamın biri bağa pezevenk dedi der.
fadime ; hadi ya bak terbiyesize der.
temel ertesi gün aynı adamla tekrar trende karşılaşır.adam bu sefer temel'e bakarak şöle der:
-dedikoducu pezevenk...

pezevenk

10.temel hergün evine trenle gidip gelmektedir.yine bir gün trende giderken karşısında oturan adamın biri pezevenk der. temel şaşırır acep bağamı dedi diye sağına soluna bakınır. adam yine pezevenk der.temel yine şaşkınlık içinde sağa sola bakınır; sanırım bağa dedi der. olay çıkmaması için ilk durakda iner ve olayı evde karısına anlatır.
-fadime bugün trende adamın biri bağa pezevenk dedi der.
fadime ; hadi ya bak terbiyesize der.
temel ertesi gün aynı adamla tekrar trende karşılaşır.adam bu sefer temel'e bakarak şöle der:
-dedikoducu pezevenk...

göle maya çalıyorum

nasreddin hoca göle maya çalarken temel bunu görmüş hayırdır hocam napıyorsun demiş.
nh:göle maya çalıyorum.
temel: yaa hocam ne yapacaksın o kadar yoğurdu...

emerek

5.öğretmeni ali'yi matematik sözlüsüne kaldırmıştır. tahtaya mı kaldırmıştır sadece ayağa mı yoksa amuda mı bilemiyorum. sorar: "ali, ağaçta beş kuş var, birine taşı fırlattın kaç kuş kalır geriye?" ali düşünür ve doğal olarak hepimizin vereceği cevabı yapıştırır: "hiç kalmaz öğretmenim, hepsi korkup kaçarlar" "hayır" der öğretmeni, "matematiksel yaklaş olaya." "ha o zaman 4 kuş kalır" der ali. öğretmeni "şimdi doğru" der, "ama yaklaşımını beğendim

-öğretmenim! ben bi soru sorabilir miyim?
-buyur yavrum.
-karşınızda 3 tane bayan, ellerinde dondurma var. biri dondurmayı yalayarak, biri emerek, diğeri ısırarak yiyor. sizce hangisi evlidir?
(öğretmen gözler parlayarak):
-emerek yiyen!
-hayır öğretmenim, parmağında alyans olan. ama yaklaşımınızı beğendim.

bush ve pul

1.bush iktidara gelir ve 'ne yapsamda iktidarımı kuvvetlendirsem'diye düşünür ve üzerinde resmi bulunan pul bastırmaya karar verir.pullar basılır, piyasaya sürülür ama bi sorun vardır:pullar zarfların üstünden patır patır düşmektedir.bush adamını çağırır:
+oğlum bu pulların arkasına yapıştırıcı sürmediniz mi,niye düşüyolar' der.
-efendim sürdük de insan lar pulun arkası yerine önüne tükürüyorlar..!!

Verdikçe Veriyor

Adamın birine sayısaldan büyük ikramiye çıkıyor. Karısına bile söylemiyor sabaha karşı ikramiyeyi almak için Ankara'ya yola çıkıyor. Tam Elmadağ'a gelmişken bir telefon. Arayan kayınbiraderi:

- Nerdesin enişte?

- Dışarıdayım hayırdır.

- Çabuk eve gel.

- N'oldu? Çok mu acil?

- Hemen gel ablam...

- Yoksa hasta mı ?

- Yok sizlere ömür...

Telefonu kapattıktan sonra adam koltuğa yaslanıp:

- Ey güzel Allah'ım, verdikçe veriyor, verdikçe veriyor.

12 Aralık 2010 Pazar

Sapık Psikolog

Psikolog karşısındaki sinir hastası bir genci teste tabi tutmaktadır. Kağıt üstüne bir dikörtgen çizip:

- Bu size neyi hatırlatıyor? diye sorar.

Hasta:

- İçinde kadın bulunan bir yatağı, diye cevap verir. Arkasından psikolog kağıda büyükçe bir kare çizer. Hasta, bu kez:

- İçi kadın dolu bir oda, der.

Derken çok büyük bir dikdörtgen çizdiğinde, hasta bu sefer de:

- Bu da içi kadın dolu bir ev deyince, psikolog dayanamaz:

- Tamam beyefendi, der.Siz bir kadın budalasısınız.

Ama psikolog daha lafını bitirmeden, hasta bağırır:

- Ne, ben mi? Aslında sen kadın budalasısın be! Sabahtan beri bana terbiyesiz resimler çiziyorsun.

Öyle Arıya

Yine bir gün Temel, Dursun'a sorar:

-İğnesi var, sokamaz. Kanadı var, uçamaz. Peteği var, bal yapamaz.

Dursun:

- Sokayım öyle arıya.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Vatan Sağolsun

Askere gidecek üç arkadaş kendi aralarında konuşuyorlarmış. Tabi herkes vatansever ya;

Birinci:

- Arkadaş, inşallah benimki İzmir'e çıkar.

İkinci:

- Benimki İstanbul'a çıksa iyi olur orada akrabalarım var.

Üçüncü:

- Abi bana neresi çıkarsa çıksın, Türk Bayrağı'nın dalgalandğı heryere giderim.

Neyse yerler belli olmuş. Bizim kafadarlar bu sefer telefonda konuşuyorlar. Bizimki tabii Hakkari'de bağırıyor:

- Bu bayrağı buraya dikeniiiin!!!

Sarışın Polis

Trafik polisi olan bir sarışın gece yarısı bir arabayı durdurmuş. Arabanın içindeki kadın sürücü, zil zurna sarhoş pencereyi açmış:

- Buyurun.

- Ehliyetiniz lütfen.

Sarhoş kadın, elini makyaj çantasına atmış ve eline gelen aynayı sarışına uzatmış. Sarışın aynayı dikkatle inceleyip sesini kibarlaştırarak:

- Özür dilerim, buyurun belgenizi. Polis olduğunuzu söyleseydiniz, durdurmazdım.

Çıkar Baklayı

Sarıklı bir imamın, en yakın müridinin ağzı bir hayli bozuktur. Yerli yersiz küfreder:

— Anasını avradını, kızını kısrağını... der dururmuş.

Bu duruma hayli bozulan sarıklı imam, müridini küfredip durmaması için defalarca uyarır, lakin çabaları boşa gider, başa çıkamaz. Sonunda da küfürbaz müridini karşısına alır:

— Ağzına bir bakla al, tam küfredeceğin sırada o baklayı çevir ağzında.

Mürit ağzına aldığı bakla sayesinde içerden fırlayan küfür salvolarını böylece bitirir. Günlerden bir gün sarıklı imamla müridi, bir mahalleden geçerken; bir evin kafesli penceresinden bir kadın sesi yükselir:

İmam efendi!! İmam efendi!! Biraz durur musunuz?

İmamla müridi bu sesle durur. Aradan 5 dakika geçer, 10 dakika geçer. Pencereden ne ses ne seda, kimsenin çıktığı yok. Sonunda sessizliği kafesin arkasındaki aynı kadının sesi bozar:

İmam efendi gidebilirsiniz; sizin sarığınıza bakarak tavuğu kuluçkaya yatırmam gerekti. Tavukları, bir imam sarığına bakarak kuluçkaya yatırınca; civcivleri de tepeli çıkıyor, dediler de... Gidebilirsiniz artık.

Olanlara tepesi iyice atan sarıklı imam, yanındaki müridine hışımla döner:

— Çıkar lan ağzındaki baklayı!

Ambulans Çağırmak İçin

İki kulağı da yanmış, hastaneye getirilen adama sordular:

- Ne oldu? Nasıl yaktınız iki kulağınızı birden?

- Pantolonumu ütülüyordum, o sırada telefon çaldı. Şaşkınlıkla telefon ahizesi diye ütüyü götürdüm kulağıma...

- Peki ya öbür kulağınız?

- Onu da telefonla ambulans çağırmak için; ütüyü o kulağıma götürdüğümde yaktım.

Hepsini Geri Gelsin

Birgün Temel, bir Amerikalı ve bir Fransız ıssız bir adaya düşerler. Uzunca bir süre orada yaşam kalım savaşı verirler. Günlerden birgün iyi huylu bir deniz perisi gelip onlara hepiniz benden birer dilek dileyin der. Amerikalı, vatanına dönmek ister ve peri sayesinde döner. Fransız da aynı dilekte bulunur. O da gider. Sıra Temel'e gelmiştir. Biraz düşünür ve:

- Ben burda tek başıma ne edeyim, canım sıkılır. Şu gönderdiğin uşakları geri getir.

Kayıp Kaynana

Kaynanası kaybolan Temel anons yaptırmak için belediyeye müracaat eder ve yetkiliye durumu anlatınca yetkili çok üzüldüğünü ifade eder. Nasıl bir anons yapmamı istersin deyince Temel:

- "Pek muhterem hemşehrilerim kaynanam kayboldu. Görenlerin insanlık namına görmemezlikten gelmeleri rica olunur." dersin, demiş.

Babaannem Ödeyecek

Genç kız dükkana girer ve sırnaşık tezgahtara sorar:

- Şu kurdelanın metresi kaça? Sırnaşık tezgahtar yılışarak cevaplar:

- Bir öpücük tatlı bayan.

Genç kız:

- O zaman 10 metre alayım der.

Sırnaşık tezgahtar heyecanlanarak hızlı hızlı sarar kurdelayı teslim eder ve kızın yüzüne bakmaya başlar. Genç kız:

- Teşekkür ederim, der ve arkasında duran yaşlı bayanı işaret ederek hesabı babaannem ödeyecek, der.

Hafif Bir Kalp Krizi

Kadının biri bir gün golf oynarken topu ormana kaçmış. Topunu aramaya koyulmuş ve tuzağa yakalanmış. Tuzağa yakalandığı yerde de bir kurbağa görmüş. Kurbağa ona:

- Beni bu tuzaktan kurtarırsan, sana 3 dilek hakkı tanıyacağım, demiş.

Kadın onu kurtarmış, kurbağa da:

- Teşekkür ederim, ama sana dileklerinle ilgili bir koşulu söylemeyi unuttum. Ne dilersen dile, kocan 10 kat daha iyisine veya fazlasına sahip olacak!

Kadın:

- Tamam, demiş.

İlk dilek olarak dünyadaki en güzel kadını olmak istemiş. Kurbağa onu uyarmış:

- Bu dilek, senin kocanı da dünyanın en yakışıklı adamı yapacak ve kadınlar onun başına üşüşecek.

Ve kadın dünyadaki en güzel kadın olmuş. İkinci dilek olarak, dünyadaki en zengin kadın olmak istemiş. Kurbağa da:

- Bu kocanı dünyadaki en zengin adam yapacak, senden de 10 kat zengin olacak, demiş.Kadın:

- Bu da önemli değil, çünkü benim olan onun, onun olan da benimdir.

Ve dünyadaki en zengin kadın oluvermiş. Kurbağa, üçüncü dileğini sorduğunda kadın:

- Hafif bir kalp krizi geçirmek istiyorum, demiş.

10 Aralık 2010 Cuma

Clinton Küba'da

Clinton, Küba'ya gelecekmiş. Kübalı'lar toplanmış, bir hoşluk yapacaklar. Ülkenin en iyi ressamına başvurmuşlar:

- Bir tablo yap. Adı; "Clinton Küba'da" olsun, diye. Ressam:

- Hadi oradan, demiş. Ben adamı görmedim bile. Adam hayatında Küba'ya gelmedi. Şimdi ben nasıl "Clinton Küba'da" diye resim yaparım?

Tesadüf bu ya bizim Temel, puro almaya Havana'ya gelmiş o sırada konuşmayı duymuş:

- Ben size istediğiniz tabloyu yaparım. Bana bir sandık puro verirseniz, demiş.

Vermişler. Temel bir hafta sonra, Kübalı'ları çağırmış:

- İşte tablonuz, demiş.

Tuvalin üzerini örten bezi hızla aşağı çekivermiş. Kübalı'lar da donuvermişler; Tabloda, yatakta iki kişi. "Bu ne!" diye gürlemiş, Turizm Bakanı:

- Bu ne? Bu kadın kim?

- Clinton'un karısı, demiş Temel.

- Peki bu üstündeki adam kim? Clinton'un uşağı!

- Peki Clinton nerde ulan!

Temel gayet sakin ve mağrur:

- Clinton Küba'da...

Kullanılmayan Eşya

Alışverişten sonra evine dönen kadın, kocasını yatakta genç ve güzel bir kadınla yakalayınca dehşete düşer. Ortalığı dağıtmaya kalkışacağı sırada kocası onu durdurur:

- Şöyle açıklayabilirim, der. Eve dönerken bu zavallı kızı gördüm. Çok yorulmuştu. Onu arabama aldım. Karnı da acıkmıştı, o yüzden onu eve getirdim ve senin buzdolabında unuttuğun rostoyu pişirdim. Kızın ayakkabıları delinmişti. Modası geçti diye artık giymediğin ayakkabılarından bir çift verdim ona. Üşümüştü, o yüzden sana doğum gününde aldığım fakat rengini begenmediğin için hiç giymediğin süveteri ona verdim. Kızın pantolonu parça parça olmuştu, artık senin kalçalarının sığmadığı bir pantolonunu da verdim. Tam çıkmak üzereyken bana "Karınızın artık kullanmadığı başka birşey var mı?" diye sordu ve işte buradayız..

Çaktırma

Kayseri'den Van'a gelen bir kişiden köye imamlık yapması istenmiş. Adam namaz kıldırmayı bilemediğini söyleyince ona 100 dana vereceklerini söylemişler. Adam bu teklife hayır diyememiş tabi ama namaz kıldırmayı da bilmiyomuş. Namaz kıldırırken şöyle demiş:

- Kayseri'den indim Van'a verin bana 100 dana.

Aylarca bu böyle dewam etmiş. Bir gün müftü köyün imamını kontrol etmek için köye gitmiş. Adam ne yapacağını şaşırmış. Müftü namazı izlemeye başlamış. Bu kez imam namazı kıldırırken şöyle demiş:

- Kayseri'den indim Van'a verin bana 100 dana. Çaktırma müftü yarısı sana yarısı bana.

Garajda Kalsın

Temel ile Fadime, tayinleri nedeniyle Erzurum'a taşınırlar. Malum, Erzurum bol kar yağan bir yer. Kar yağdığı bir gün akşam üzeri, Temel'le Fadime evde otururlarken belediye hoparlöründen bir anons:

- Sayın sokak sakinleri, lütfen arabalarınızı sokağın sol tarafına park edin, sokağın diğer tarafındaki karlar temizlenecektir.

Temel, evden çıkar ve arabasını sokağın sol tarafına park eder. Ertesi akşam, yine belediye hoparlöründen bir anons:

- Sayın sokak sakinleri, arabalarınızı lütfen sokağın sağ tarafına park ediniz, sokağın boş bırakılan tarafındaki karlar temizlenecektir.

Temel yine dışarı çıkar ve arabasını sokağın sağ tarafına park eder. Ancak bu arada kar yağmaya da devam etmektedir. Bunun sonucu olarak sokakların her gün temizlenmesi gerekmektedir. Nitekim 3. günün akşamı yine bir anons:

- Sayın sokak sakinleri, lütfen arabalarınızı sokağın ....? tarafına park ediniz, sokağın diğer tarafındaki karlar temizlenecektir.

Ancak anons sırasında ses de bir kopukluk olduğu için ne Temel ne de Fadime arabaların sokağın hangi tarafına park edileceğini anlayamamışlardır. Uzun bir süre sokağın hangi tarafına park edecekleri konusunda tartışırlar ve bir türlü bir karara varamazlar. En sonunda Fadime:

- Ula Temel, der. Madem, arabanın sokağın hangi tarafına park edileceğini anlamadık, bugün de araba garajda kalsın...

Başka Kimse Yok mudur?

Temel bir gün uçurumdan düşer ve ağaç dallarına takılır. Başlar bağırmaya:

- Kimse yok mudur? Kimse yok mudur?

Bu akşama kadar devam eder. Tanrı bu kulunun acı acı bağırmasına dayanamaz ve yardıma karar verir.

- Ey kulum, ben Tanrı. Eğer bundan sonra içmeyeceğine, zamparalık yapmayacağına, kumar oynamayacağına söz verirsen seni kurtarırım.

Temel biraz düşünür ve başlar:

- Başka kimse yok mudur? Başka kimse yok mudur?

Arılar Soktu

Yüzü gözü yaralı adam muayene kapısından içeri girerken der ki:

- Her tarafımı arılar soktu. Doktor ona bakar ve gayet sakin:

- Peki o zaman şöyle oturun da size birkaç iğne yapalım, der.

Bu Bayram Namazı

Bir gün Temel'in annesi ölmüş ve cenazeye gitmişler. Cenaze namazını kılan kişiler Temel'in kılmadığını görmüşler ve sormuşlar:

- Sen neden cenaze namazı kılmıyorsun?

Temel cevap vermiş:

-Ben cenaze namazı kılmayı bilmem.

Aradan birkaç gün geçmiş ve Temel'in kaynanası ölmüş. Temel'i görenler şaşırıp, sormuşlar;

- Hani sen cenaze namazı kılmayı bilmezdin?

Temel gülerek:

- Bu cenaze namazı değil ki, bayram namazı

9 Aralık 2010 Perşembe

Çok Yanlış Numara

Adam evine telefon açar. Telefonu yabancı bir bayan açar. Adam karşıdaki sesi duyunca şaşırır. Bayana sorar:

- Sen kimsin? Kız cevaplar:

- Evin hizmetçisiyim.

- İyi de bizim hizmetçimiz yok ki!

- Evin hanımı beni bu sabah işe aldı.

- Yaaa öyle mi? Ben de evin beyiyim. Hanımı cağırır mısın?

- Hanımınız şu an yatak odasında kocası sandığım bir adamla beraber. Adam şaşırır, sinirlenerek:

- Elli bin dolar kazanmak istermisin? Kız:

- Tabii ki isterim. Kim istemez?

- O zaman çekmecedeki silahı al. Yukarı çıkıp o cadı ile o sümsük herifi vur!

Önce ayak sesleri duyulur. Sonra iki el silah sesi. Hizmetçi telefona geri gelir:

- Öldürdüm efendim. Cesetleri ne yapayım? Adam:

- Cesetleri havuza at. Kadın duraklar:

- Ama burada havuz yok ki? Adam bir süre düşünür ve cevap verir:

- Orası 112 43 44 değil mi?

- Hayır!

Adam ürkek bir sesle:

- Pardon! Yanlış numarayı aramışım...

Eldiven Almak Ne Kadar Zor

Adamın biri yolda giderken gözü yeni açılan mağazaya takılmış ve bir gireyim bakalım neler var demiş. Girmiş mağazaya, güler yüzlü bir tezgahtar, adamı karşılamış.

Tezgahtar: Buyrun efendim, hoşgeldiniz, mağazamızı tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz. Size nasıl yardımcı olabiliriz ? Ne bakmıştınız?

Adam: Merhaba. Bana eldiven lazım.

Tezgahtar: Lütfen şu bölüme geçin, ordaki tezgahtar sizinle ilgilenecek.

Adam: Merhaba. Bana eldiven lazım.

Tezgahtar: Hoşgeldiniz, kışlık mı , yazlık mı istiyorsunuz?

Adam: Kışlık.

Tezgahtar: Öyleyse lütfen şu bölüme geçin. Oradaki tezgahtar sizinle ilgilenecek.

Adam: Merhaba. Bana eldiven lazım, kışlık.

Tezgahtar: Merhaba efendim, deri mi yoksa yün mü?

Adam: Deri.

Tezgahtar: Öyleyse lütfen şu bölüme geçin, oradaki tezgahtar sizinle ilgilenecek.

Adam: Merhaba. Bana eldiven lazım. Kışlık ve deri.

Tezgahtar: Merhaba efendim. Gercek deri mi istiyorsunuz yoksa sahte deri mi?

Adam artık sinirlenmeye baslamış.

Adam: Gercek deri.

Tezgahtar: Şu bölüme geçin lütfen. Oradaki tezgahtar sizinle ilgilenecek.

Adam: Eldiven istiyorum, kışlık ve gercek deri.

Tezgahtar: Tabi, kollarınızı uzatır mısınız? Parmaklarınızı da iyice açın.

Adam: Tabi, buyrun.

Tezgahtar: Yandaki bölüme geçin lutfen.

Adam: Siz benimle dalga mı geciyorsunuz? Ben eldiven istiyorum. Verin de gideyim.

Tezgahtar: Telaşlanmayın, siz gerçekten nasıl bir eldiven arıyorsanız, size en uygun eldiveni alacaksınız. Biz sizi maksimum derecede memnun edebilmek için elimizden geleni yapıyoruz. Eldiveninizin bu paltoya uygun olmasını mı istiyorsunuz?Adam birazda bağırarak:

- Evet

Adam bir sonraki tezgahtarın yanına gider:

- Ben kışlık, gercçk deriden, fermuarlı, bu paltoya uygun, bu ellere giyebileceğim bir çift eldiven istiyorum.

Tam bu sırada kapıdan içeri bir adam girer. Bir elinde altından beton parçaları dökülen klozet, öbür elinde tuvalet duvarından birkaç parça fayans, bağırır:

- İşte bu benim tuvaletim, bu da tuvaletimin fayansı. Götümü de dün size gösterdim. Artık verin şu tuvalet kağıdını.

Pratik Çözüm

Psikoloğa giden adam:

- Geceleri uyuyamıyorum efendim, demiş. Sürekli yatağın altında biri var gibi geliyor. Yatağın altına girip orada uyumayı deniyorum. Bu defa da yatağın üstünde biri var gibi geliyor!

Adamı dikkatle dinleyen psikolog:

- Hallederiz bu saplantıyı, demiş. Bana haftada iki kere geleceksiniz. 6 aylık bir tedavi sonunda sizi iyileştireceğimi umuyorum.

Adam sormuş:

- Her viziteye ne kadar ödeyeceğim? Psikolog:

- Fazla değil canım, her vizite 100 TL. Buna göre 6 ayda 4800 TL ödeyeceksiniz! Adam çıkıp gitmiş, gidiş o gidiş. Psikolog, birkaç ay sonra adama sokakta rastlamış:

- Ne oldu hastalığınız? Tekrar uğramadınız bana! Adam:

- Valla Doktor Bey, 2.5 TL'ye hallettim ben o sorunu!

- Yahu nasıl oldu bu?

- Sizden çıktıktan sonra, ilerdeki bara uğradım. Biramı içerken barmene hastalığımı anlattım. O da bana; "Karyolanın bacaklarını kes" dedi. Kestim,
artık yatağın altına kimse giremeyeceğine göre mesele de halloldu!

Çarşafı Yere Bırakın

Bir sarışın, bir kızıl ve bir esmer kız yanmakta olan bir binanın çatısında mahsur kalmışlar. İtfaiye hemen olay mahalline gelmiş, gerekli cihazları çıkarmışlar. Çatıdan atlayanları tutmak için yanlarında getirdikleri çarşafı tuttuktan sonra, çatıya doğru seslenmişler:

- Atla atla. Bu tek sanşımız.

Esmer olan kız çatının kenarına kadar gelmiş ve kendisini aşağıya bırakmış. Tam çarşafa gelirken, İtfaiyeciler birden çarşafı kenara çekmişler. Esmer kız domates salçası gibi yere yapışmış. İtfaiyeciler tekrar çatıya seslenmişler:

- Hadi atla. Yoksa kurtulamayacaksın. Kızıl saçlı aşağıya bağırmış;

- Atlamam. Biraz once yaptığınız gibi çarşafı çekersiniz siz.

İtfaiyeciler:

- Hayır, çekmeyiz. Biz sadece esmerler icin bunu yaparız. Böyle söylenince, kızıl saçlı da kendisini çatıdan aşağıya bırakmış. İtfaiyeciler esmer kızda olduğu gibi yine aniden çarşafı kenara çekince, kızıl saclı da elmalı kek gibi yere serilmiş. Çatıda sadece sarışın kalmış. İtfaiyeciler daha önce de yaptıkları gibi:

- Atla, atla. Yoksa yanarak öleceksin.

Sarışın:

- Kesinlikle atlamam. İki arkadaşım atladığında çarşafı çektiniz. Ben atlarken de çekersiniz. İtfaiyeciler:

- Kesinlikle çekmeyeceğiz. Söz veriyoruz.

Sarışın kız:

- Bakın, sizin çarşafı çekmeyeceğinize güvenemiyorum. Şimdi çarşafı yere bırakın ve etrafından çekilin..

Yapmaz Öyle Şey

Uluslararası ölçekte bir kadın araştırması yapan sosyolog, dünyanın çesitli ülkelerinde kadınlara bir soru sormuş. Kocanızı başka bir kadınla yakalarsanız ne yaparsınız? Soruya ülkelere göre verilen yanıtlar ise şöyle olmuş:

İsveçli: Neyimi beğenmediğini sorarım.
Rus : Evi terk ederim.
Fransız : Sesimi çıkarmam, sevgilime gider beni teselli etmesini isterim.
İtalyan : Kadını vururum.
İspanyol: Kocamı vururum.
Yunanlı : Her ikisini de vururum.
Türk : Benim kocam yapmaz öyle şey!

Kum Torbalı Meksikalı

Meksikalının biri bisikletle Amerika'dan ülkesine dönüyormuş. Elinde bir torba, ağır ağır sınır kapısına gelmiş. Kapıdaki görevli, Meksikalının elindeki torbadan şüphelenmiş ve aramak istemiş. Torbayı açınca kum dolu olduğunu görmüş. Araştırmış karıştırmış ama kumdan başka bir şeye rastlayamamış ve Meksikalı'nın geçmesine izin vermek zorunda kalmış.

Aradan iki hafta geçmeden aynı Meksikalı yine bisikletle ve elinde bir torbayla, aynı sınır kapısından geçmek istemiş. Aynı görevli yine torbadan şüphelenip aramış ve yine kumdan başka bir şey bulamamış. Bu böyle her hafta sürmüş gitmiş. Her seferinde aynı şekilde gecen bu adamda hiçbir şey bulamamak görevliyi çıldırtıyormuş ama yapabileceği bir şey de yokmuş.

Bir yıl sonra görevli bir barda içki içerken, sınırda arayıp durduğu Meksikalı'nın da aynı barda olduğunu görmüş. Hemen yanına gitmiş ve:

- Artık sana bir şey yapamam. Çok iyi biliyorum ki sen sınırdan bir şey kaçırıyordun. Bir yıldır içim içimi yiyor. Lütfen bana ne kaçırdığını söyle, demiş.

Meksikalı da dayanamamış hafifçe kafasını çevirip umarsızca:

- "Bisiklet" diye mırıldanmış..

8 Aralık 2010 Çarşamba

Servetin Değeri

Padişah malıyla mülküyle makamıyla mevkisiyle çok övünürmüş. Bir gün yemek yerken padişahın canı su istemiş. Bardağı eline alınca oradaki alim zatların ileri geleni demiş ki:

- Padişahım siz kendinizi bir çölde farz edin. Yanınızda suyunuz ve yiyeceğiniz yok. Siz de uzun bir süre bir şey yiyip içemediniz. Susuzluğunuz şiddeti arttı ve ‘Öleceğim’ dediniz. Ölümü beklerken adamın biri elinde bir bardak suyuyla çıkıp geldi. Hemen o suyu istediniz ama karşınızdaki kişi ‘Veririm ama karşılığını isterim’ dedi. Ne yaparsınız? diye sorar.

Padişah servetinin yarısını bir bardak suya vermeye tercih etmiş. Bunun üzerine alim:

- Peki buyrun için, demiş. alim bu kez:

- Efendim bu suyu içtiniz ama şimdi de boşaltamıyorsunuz. Doktor geldi ve bu suyu çıkartmak için sizden bir şey vermenizi istedi. Ne yaparsınız? diye sorar. Padişah:

- Mülkümün yarısını veririm, cevabını verince alim:

- Padişahım bir bardak su için mülkünün yarısını verdin, onu dışarı çıkartmak için de yarısını verdin. Demek ki sizin mülkünüzün değeri bir bardak su kadar.

5 Aralık 2010 Pazar

Ne Olacak Şimdi?

Eczacı Levi alı al moru mor bir şekilde İzhak’ın kapısını çalmış:

- Ne oluyor Levi?.. Nedir bu telaş?

- Sorma İzhak!.. Ben bugün sana mide ilacı veriyorum diye zehir vermişim!

- Eyvah!.. Ne olacak şimdi?

- Ne mi olacak? 5 milyon daha vereceksin!.

İşin Ciddiyet Boyutu

Musevi ailesinin en büyük derdi 10 yaşlarındaki çocuklarının Matematikten sürekli 0(Sıfır) getirmesiymiş. Sıkıştırmışlar olmamış, ders aldırmışlar olmamış. Son çare, bir katolik okuluna kaydettirmişler. Çocuk bir süre sonra Matematik notunu düzeltmiş, sürekli 10 getirmeye başlamış.

"Peki ne oldu da bu çocuk böyle 180 derece dönüş yaptı?" sorusuna yanıt aramaya başlamışlar. Çocuk ısrarlı sorulara önce yanıt vermek istememiş. Sonunda bir gün gerçeği itiraf etmiş:

- Okula girdiğim gün adamın birini 'artı' işareti üzerine çivilediklerini gördüm. O zaman bu işin ciddiyetini anladım!..

4 Aralık 2010 Cumartesi

Deliye Mektup

Akıl hastanesinde koğuşları gezen başhekim. Bir delinin oturmuş, bir şeyler yazdığını gördü:

- Kolay gelsin. Ne yazıyorsun böyle?

- Mektup yazıyorum efendim.

- Yaaa... Kime yazıyorsun peki?

- Kendime...

- Peki ne yazılı mektupta?

- İlahi doktor bey. Deli misiniz siz? Mektubu daha almadımki, içinde ne yazdığını nereden bileyim?

Öğretmen Tercihim

Temel'in üç tane sevgilisi vardır. Biri öğretmen, biri doktor, biri de santral görevlisidir. Fakat öğretmenle evlenmeye karar verir. Bunu duyan arkadaşı sorar:

- Niye öğretmen de diğerleri değil? diye. Temel de döner:

- Ula der, bilmez misin doktorlar; "Bugün git yarın gel" der. Santral görevlisi de; "Şu an meşgul,
daha sonra tekrar deneyin" der. Ama öğretmen ne der; "Haydi bir daha tekrarlayalım"

Uzakta Kaldı

Temel'e karayollarını boyama işi vermişler. Temel başlamış çalışmaya. İlk gün tam 200 metre boyamış. İkinci gün 100 metre, üçüncü gün 50 metre. Artık dördüncü gün 10 metre boyayınca amiri Temel'i çağırmış:

- Hayırdır evladım iyi çalışıyordun?

- Ben yine iyi çalışıyorum..

- İyi ama dün 50 metre bugün de 10 metre boyamışsın.

- E haliyle amirim. İlk günlerde boya kovasına gidip gelmek kolaydı, sonraları çok vakit almaya başladı.

3 Aralık 2010 Cuma

Titanik Yanmış mıydı?

Zencinin biri Türkiye’ye gelecekmiş. Gelmek üzere yola çıktığında pasaportunu kaybettiğini anlamış. Üzgün üzgün yürürken yerde bir pasaport bulmuş. Üzerinde Leonardo Di Caprio yazıyormuş. Çaktırmadan pasaportu atmış cebine düşmüş yola.

Kapıkule’ye geldiğinde gümrük memurları Temel ve Dursun zenciye pasaport sormuşlar. Zenci yerde bulduğu pasaportu Temel’e vermiş. Temel uzun uzun pasaporta bakmış. Sonra zenciye bakmış, dönüp Dursun’a sormuş:

- Ula Dursun, Titanik batmış mıydı, yanmış mıydı?

Bir Hayvan Oğlu Hayvandı

Temel askerdeyken yeni başçavuş gelir ve tüm bölüğe şöyle der:

- Sakın benim adımı unutmayın, benim adım Arslan Oğlu Arslan. Eğer adımı unutursanız geldiğimde canınıza okurum, der ve gider.

Aradan haftalar geçer ve Basçavuş gelir herkese adını sorar ve hepsi korkudan unutmamıştır. Sıra Temel'e gelir ve Temel'e de sorar:

- Benim adım ne? diye

Temel korkuyla:

- Bi hayvan oğlu hayvandı ama tam hatırlayamıyorum.

Dürüst Avcı

Avcının biri sürekli palavra sıkıyormuş. Birgün yine başlamış arkadaşına palavra sıkmaya:

- Geçen yaz Afrika da 99 aslan vurdum.

Arkadaşı en sonunda dayanamamış,

- 100 de şuna bari.

Avcı:

- 1 aslan için yalan mı söyleyecem sana?

2 Aralık 2010 Perşembe

Maliyeci ile Papaz

Bir papaz ile maliyeci aynı gün ölürler. Papaz cehenneme gider, maliyeci ise cennete. Papazın itirazı vardır:

- Ben 60 yıldır, insanların doğru yola, Tanrı yoluna gitmeleri için günde kaç kere dua ettim! Ya bu maliyeci ne yaptı? Beni cehenneme, onu cennete nasıl koyuyorsunuz?

Cevap gelmiş:

- Öyle deme, öyle deme! Sen ne zaman kilisede vaaz versen cemaat uyurdu. Ama bu maliyeci ne zaman bir yere gidip defterlere baksa, herkes bildiği, bilmediği bütün duaları okur Allah'a yalvarırdı!

En Zor Soru

4 tane üniversite öğrencisi sınavdan kaytarmak için sınıfa geç girmişler. Hocaya da bahane olarak otobüs tekerinin patladığını söylemişler. Hoca da onları ayrı olarak sınav yapmış ve 100 puanlık tek 1 soru sormuş:

- Otobüsün hangi tekeri patladı?

Dürüst Ormancı

Bir gün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını keserken baltasını suya düşürür:

- Aman Tanrım! diye bağırır ve karşısında bir peri belirir:

- Ne diye bağırıyorsun? der.

Ormancı baltasını suya düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek icin o baltaya ihtiyacı olduğunu söyler. Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir.

- Baltan bu muydu? diye sorar. Ormancı:

- Hayır, diye cevaplar.

Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar.

- Baltan bu muydu? Ormancı yine:

- Hayır, diye cevaplar.

Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar.

- Baltan bu muydu? Ormancı:

- Evet, der.

Ormancının dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir. Ormancı mutlu bir şekilde evine döner. Bir zaman sonra ormancı eşiyle birlikte nehir boyunca yürürken karısı suya düşer. Ormancı:

- Aman Tanrım! diye bağırır. Peri yine belirir ve sorar:

- Ne diye bağırıyorsun, ormancı?

- Karım suya düştü der.

Peri suya dalar ve Jennifer Lopez'le birlikte geri döner.

- Senin karın bu mu? diye sorar. Ormancı:

- Evet, der.

Peri sinirlenmiştir:

- Yalan söylüyorsun. Gerçek bu değil, der.

Ormancı:

- Özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu. Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine Zeta-Jones ile geri dönecektin, ona da hayır deseydim karımla dönecek ve her üçünü de bana verecektin. Ben fakir bir adamım ve üç karının sorumluluğunu taşıyabilecek durumda değilim.

Marangoz Temel

Bizim marangoz Temel, ahşap bir binanın restorasyonunda çalışmaktadır. Elinde testere ile ikinci katın iskelesinde calışıyorken görünmez bir kaza meydana gelir ve testereyi kaydırarak bir anda yanlışlıkla kulağını keser. Kulak da asağıya düşer. Kulağını görmek ümidiyle asağıya bakar ve orada calışan işçilere seslenir:

- Hey beyler aşağılarda bir kulak gördünüz mü?

Şaşkın işçiler şöyle bir etraflarına bakarlar ve kanlar içinde bir kulak bulup bizim Temel'e gösterirler:

- Bu mu? diye

Temel asağı doğru eğilip gözlerini kısar:

- Yok yahu, benimkinin arkasında kalem olacaktı.

Lafını Kesmek İstemedim

Bir yıldır hiç konuşmadığı karısından ayrılmak isteyen adama hakim sorar:

- Evladım neden karına bir yıldır tek bir söz bile söylemedin?

Adam son derece sakin bir şekilde:

- Lafını kesmek istemedim, hakim bey !..

1 Aralık 2010 Çarşamba

Geveze Papağan

Adam evine gelir ve posta kutusunda telefon faturasını görür. Bir bakarki 3 milyar küsür lira fatura. Beyninden vurulmuşa döner. Hemen ayrıntılı fatura ister. Fatura gelir. Aranan bütün numaralar adamın arkadaşlarına ve dostlarına aittir.Adam:

- Bu nasıl olur? Ödeyeceğiz mecburen der.

O sırada gözü papağanına takılır. Bir an tereddüt eder.

- Yok canım hayvancağızın günahını alıyorum der içinden ama şüphesi devam etmektedir.

- Ya yapmışsa? Yok, yok yapmamıştır....Diye hüsnü kuruntulara devam ederken gece papağanı gözlemeye karar verir.

Papağan kafesinden çıkar ve telefonun başına gidip rehberi açar, adamın kız arkadaşlarını tek tek arayıp saatlerce konuşur. Adam sinirden çıldırmış bir şekilde papağanı yakalar ve kanatlarından duvara çiviler. Papağan çarmıha gerilmiş bir vaziyette duvarda asılıkalmıştır. Adam sinirle papağanı azarlar:

- Bir hafta burada asılı kal da aklın başına gelsin. Çek bakalım cezanı!Adam gider. Papağan bir bakar karşı duvarda çarmıha gerilmiş Hz. İsa durmakta. Hemen muhabbete koyulur:

- Birader sen ne kadardır buradasın?

- 2000 yıldır buradayım der Hz. İsa.

Papağan hayretler içinde kalmıştır:

- Ohaaaa!.. Nereyi aradın lan öyle?

Nah Vardır

Temel'in askerliğini yaptığı bölükte bir askerin babası ölmüş. Komutanlar bu acı haberi o askere nasıl söyleyelim diye düşünürlerken Temel'i görmüşler:

- Hah demişler bunu ancak Temel'e söyletiriz, demişler ve Temel'i çağırmışlar.

Temel'e:

- Temel arkadaşın Ahmet'in babası ölmüş. Bunu kendisine alıştırarak ancak sen söylersin. Ahmet'i çağır ve bunu kendisine söyle, demişler.

Temel Ahmet'e bağırarak:

- Ula Ahmet çabuk buraya gel.

Ahmet:

- Ne var Temel, der.

Temel:

- Senin Amcan var mıdır?

- Vardır.

- Dayın var mıdır?

- Vardır.

- Anan var mıdır?

- Vardır.

- Baban var mıdır?

- Vardır.

- Nah vardır...

Abazalar Gelmez

Abaza beyi ölmüş, öbür dünyaya gitmiş. Görevli Melekler Abazayı, sırasını beklemek üzere, hesap-kitaba çekileceği yere bırakmışlar.

Aradan yarım saat geçmiş, bir grup Zebani ellerinde koca gürzler, Abaza beyine pata küte vurup gitmişler. Bir yarım saat sonra yine bir grup Zebani, yine pata küte girişmişler. Bu ani saldırılar karşısında Abaza afallamış. Nasıl afallamasın ki?

Dünyada izzet ikram gören, saygı gören bir insan olarak bunları düşünürken üçüncü bir Zebani grubu daha gelmiş, tam vuracaklarken Abaza:

— Bir dakika durunuz lütfen! demiş. Eğer siz böyle yaparsanız bilmiş olun ki, bir daha buraya hiç bir Abaza gelmez.

Uyanık Muhasebeci

Bir matematikçi, bir muhasebeci ve bir ekonomist aynı işe baş vururlar. Görüşmeci matematikçiye sorar:

- İki kere iki kaç eder?

Matematikçi cevap verir:

- Dört!

Görüşmeci sorar:

- Kesin dört mü?

Matematikçi kendinden emin cevaplar:

- Evet, kesin dört!

Matematikçi çıkar ve ekonomist odaya girer. Bu sefer görüşmeci aynı soruyu ekonomiste yöneltir. Ekonomist yanıtlar:

- Ortalama dört eder, yüzde 10 aşağı veya yukarı oynayabilir, ama ortalama
dört eder!

Ekonomist de çıkar, muhasebeci odaya girer, aynı soru ona da sorulur. Muhasebeci ayağa kalkar, kapıyı kilitler, panjurları indirir ve görüşmeciye yaklaşarak sorar:

- Kaç etsin istersiniz?