31 Ocak 2008 Perşembe

politikacı

Bir otobus dolusu politikacı seçim kampanyası için Teksas'ta dolaşıyorlardı. Otobus buyuk bir çiftliğin yanından geçerken, otobus şöförunun dalgınlığı yüzünden derin bir şarampole uçtu.

Çiftci kosarak geldi. Gece kurda kuşa yem olmasınlar diye cesetleri gommeye başladı.

Ertesi sabah, şerif soruşturma için çiftliğe geldi. Ciftciye Sordu:

-"Otobusdeki bütün polikitacıları gömdün demek... Hepside ölüydü, eminsin değil mi?"

Çiftci cevap verdi:

-"Bazıları yaşadıklarını iddia ettiler ama politikacıları bilirsiniz.. Nasıl yalan soylerler."

fıkralar

hamsi

Dursun Temel'e sormuş :
-Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun?
Temel : 100 tane yerim valla...
Dursun: Hadi oradan yesen yesen 1 tane yersin geriye kalan 99 hamsiyi
oruçsuz yersin...
Bu espri Temel'in acaip hoşuna gitmiş.Yolda Cemal'i görmüş ve hemen sormuş:
- Oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilirsin?
Cemal: 50 tane yerim ben...
Temel: Tüh be. 100 deseydin sana müthiş bir espiri yapacaktım...

fıkralar

30 Ocak 2008 Çarşamba

İSABET


Temel, Fadime'ye bosanma davası açmış. Duruşmada hakim sormuş:
-Evladım, niye boşanmak istiyorsun?
Temel başlamış anlatmaya:
-Sayın Hakim Bey, karım üç yıldır evde ne bulursa; üstüme fırlatıyor da!.. Ne olur bizi boşayın!..
-Peki evladım, niye bunun için üc yıl bekledin?
-Yeni yeni isabet ettirmeye başladı da!..

HİÇ GEREK YOK


Fadime ile Temel Büyükada'da dolaşırlarken, bir martı Temel'in kafasına pislemiş. Bunu gören Fadime, Temel'i uyarmış:
-Ula Temel, git şu tuvaletten biraz tuvalet kağıdı al da!..
Temel demiş ki:
-Ula Fadime, hiç gerek yoktur; kuş uçup gitti da!..

UYURSAN EVET


Temel karısı Natasa'ya gerdek gecesi sormuş:
-Birlikte uyudugun ilk erkek ben miyim?
Natasa kıkırdayarak cevap vermiş:
-Uyursan evet!..

SİFONU ÇEKMEYİN


Temel Dallas'taki kuzeni Dursun'u görmeye gitmiş. Dursun Temel'i havaalanında karşılamış. Beraberce dışarı çıkmışlar. Temel bir bakmış ki; 10 metre boyunda bir limuzin görmüş. Hayretler içinde kalan Temel, şaşkınlıkla seslenmiş:
-Uyyy, amma da büyükmüş bu araba da!..
Temel'in bu haline gülen Dursun demiş ki:
-Ula uşağım, burası Amerika! Burada her bir şey büyük!
Beraber yola çıkmışlar ve biraz sonra Dursun'un çiftliğinin kapısından içeri girmişler, ama git Allah git, bir türlü eve varamamışlar. Temel şaşkınlık içinde kendi kendine söylenmiş:
-Uyy, amma da büyük çiftlik da!..
Dursun yine hafifçe gülmüş ve demiş ki:
-Ula uşağım, burası Amerika! Burada her bir şey büyük!
Akşam olunca, yemek salonuna geçmişler. Salonun ortasında kocaman bir masa bulunuyormuş. Masanın bir ucuna Temel, bir ucuna da Dursun oturmuş, ama Dursun'u uzaktan zor seçen Temel, şaşkınlıkla bağırmış:
-Uyyy amma büyük masa da!..
Masanın karşı tarafından Dursun'un sesi gelmiş:
-Ula uşağım, burası Amerika! Burada her bir şey büyük!..
Yemekten sonra tuvalete gitmek isteyen Temel, Dursun'a sormuş:
-Ula Dursun, tuvalet nerede?
Dursun tarif etmiş:
-Alt kata in, soldan üçüncü kapı.
Temel alt kata inmiş, ama soldan üçüncü kapı yerine, yanlışlıkla sağdan üçüncü kapıdan girmiş. Temel'in girdiği yer de evin havuzunun olduğu yermiş. Her yer karanlık olduğu için, elektrik düğmesini ararken havuza düşen Temel, can havliyle bağırmaya başlamış:
-Sifonu çekmeyin!.. Sifonu çekmeyin!..

29 Ocak 2008 Salı

kimin içi yanıyor

Bir bayram günü nasreddin hoca komşusuna ziyarete gidince komşusu her misafire olduğu gibi hocaya da bal ikram ediyor. bir tepsi içinde gelen koca bir petek baldan her gelen misafir bir iki kaşık alır çekilirmiş. komşusu bakar ki hoca kaşığı daldırdıkça daldırıyor. peteğin yarısına gelmiş daha duracağa da benzemiyor. dayanamayıp:
- 'aman hoca fazla yeme yoksa için yanar.' deyince hoca cevabı yapıştırır:
- 'kimin içinin yandığını allah bilir.'

28 Ocak 2008 Pazartesi

ÖRDEKLERE DİKKAT EDİN


Üç kadın arkadaş bir kaza sonucu aynı anda hayatlarını kaybedip cennete gitmişler. Cennetin kapısında onları karşılayan melek uyarmış:
-Bizim burada uymanız gereken tek kural var; o da ördeklere dikkat edin, sakın üstlerine basmayın!
Sonra kapı açılmış ve üç kadın cennete girmişler. Gerçekten de etrafta ördek doluymuş. Ördeklerin üstüne basmamak adeta imkansız gibi bir şeymiş. Kadınlardan biri o kadar dikkat etmesine rağmen kazayla bir ördeğin üstüne basmış. O anda hemen Cebrail belirmiş ve yanında getirdiği çok çirkin bir adamla, ördeğe basan kadını kollarından birbirlerine kelepçeledikten sonra demiş ki:
-Ördeğin üstüne basmanın cezası olarak sonsuza kadar bu çirkin adama kelepçeli olarak yaşayacaksın!..
İkinci gün kadınlardan biri yine kazayla bir ördeğin üstüne basar basmaz, Cebrail anında yanında çok çirkin bir adamla gelip onları kadına ceza olarak birbirlerine kelepçelemiş. Üçüncü kadının gözü bu olaylardan çok korkmuş, diğer kadınların akıbetine uğramamak ve sonsuza kadar çirkin bir adama kelepçelenip yaşamamak için her attığı adıma çok dikkat etmeye başlamış. Aradan aylar, geçmesine rağmen, kadın hiçbir ördeğin üstüne basmamış. Kadını ödüllendirmek isteyen Cebrail, dünyanın en yakışıklı adamını getirmiş ve kadınla adamı birbirine kelepçeledikten sonra hiçbir şey söylemeden gitmiş. Kadın adeta mutluluktan uçuyormuş. Nasıl uçmasın ki? Çünkü o güne kadar gördüğü en yakışıklı adamla kelepçelenmiştir. Mutluluktan sarhoş olan kadın, adama sormuş:
-Ben acaba ne yaptım da sonsuza kadar senin gibi boylu poslu yakışıklı bir adamla birlikte olmayı hak ettim?
Zavallı adam ağlamaklı bir halde cevap vermiş:
-Vallahi seni bilmem, ama ben az önce bir ördeğin üstüne bastım!..

26 Ocak 2008 Cumartesi

ULA FADİME


Temel bir kıza aşık olmuş ve ona hitap eden bir aşk şiiri yazmış. Şiir aynen şöyleymiş:

ULA FADİME

Ula Fadime, ne aklımdan çıkıyorsun ne de fikrimden;
Sabahları yemek yiyemiyorum; Çünkü seni düşünüyorum.
Öğlenleri yemek yiyemiyorum; Çünkü seni düşünüyorum.
Akşamları yemek yiyemiyorum; Çünkü seni düşünüyorum.
Geceleri uyuyamıyorum; Çünkü açım da!..

24 Ocak 2008 Perşembe

roman

Temel kırtasiye'ye girmiş, tezgahtara :
-Pana pir roman lazum, demiş.
Kırtasiye tezgahtarı sormuş :
-Efendim agır mı olsun hafif mi?
Temel :
-Farketmez, nasul olsa arabam dısarudadur

Bilim adamları toplantısı

Bir mecliste konuşulurken,
Amerikalı :
-Biz Mars'a gideceğiz, demiş.
Alman :
-Biz yakıtsız giden otomobil üreteceğiz, demiş.
Fransız :
-Atom bombasını etkisiz hale getirecek projelerimiz var, demiş.
Bizim Karadenizli de onlardan geri kalmamak için :
-Biz de güneşe gideceğiz, demiş.
-Güneşe gidemezsiniz, demişler. Güneş yakar.
Karadenizli gülümsemiş :
-O kadar da enayi değiliz, tabi, demiş. Akşam serinliğinde gideceğiz.


fıkralar

orman

Temelle Dursun ormanda yürüyorlar.Bir ara Temel Dursuna sesleniyor :
-Dursun ormanın güzelliğine bak.
Dursun:
-Ağaçlardan göremiyorumki.

KAPIYI NEYLE ÇALDIK SANIYORSUN?


Orta yaşlı zengin ve dul bir kadın artık hayatını yalnız geçiremeyeceğini anlayarak gazeteye bir ilan vermiş; "Zengin bir dul bayan hayatını paylaşabileceği bir hayat arkadaşı arıyor, yalnız aşağıda yazılı şartlarıma uyması gerekir:
1- BENİ DÖVMEYECEK.
2- BENİ BIRAKIP KAÇMAYACAK.
3- YATAKTA SÜPER OLACAK."
Aylarca telefon çalmış, binlece mektup gelmiş ve kapının zili hiç durmamış, ama ilk evliliğinden canı yanan "Armudun sapı, üzümün çöpü" diyen dul kadın, sonuçta talip olanların hiçbirini beğenmemiş ve kendine uygun bulamamış.
Bir gün kapı çalmış, kapıyı açan kadın yerde paspasın üzerinde yatan kolları ve bacakları olmayan bir adam görünce seslenmiş:
-Kimsiniz ve burada ne yapıyorsunuz?
Adam yattığı yerden demiş ki:
-Merhaba, artık koca aramanız gerekmiyor, bugün şanslı gününüz ve ben hayallerinizdeki erkeğim, bakın kollarım yok; sizi dövemem, bacaklarım yok; istesem de kaçamam!..
Gülerek adama bakan kadın, alay edercesine sormuş:
-Eee, yatakta süper olduğunu nerden çıkardın?
Yerde yatan adam gururla cevap vermiş:
-Kapıyı neyle çaldık sanıyorsun?

SÜPERMEN


Gecenin üçünde sarhoş ve bitkin bir vaziyette evine gelen adamı, karısı sorgulamaya başlamış:
-Söyle bakalım Süpermen; neler yaptın bu aksam?
-Valla karıcığım, patronla beraber müsterileri yemeğe götürdük.
-Eeee, sonra ne yaptınız Süpermen?
-Oradan gece klubüne gittik, ben sadece oturdum.
-Yani sen bir seyler yapmadın değil mi Süpermen?
-Ben hiçbir şey yapmadım, ama sen niye bana ikide bir Süpermen diyorsun?
-Donunu pantolonun üstüne giymişsin kocacığım. Vallahi ben bir seni, bir de Süpermen'i gördüm donunu pantolonunun üstüne giyen!..

BİZDEN BİLİYORLAR


Jack ve Jhonny adındaki iki kardeş, yaramazlıkta sınır tanımıyorlarmış. Artık öyle bir raddeye gelmişler ki; mahalledeki her şeyi kırıp dökmeye başlamışlar. Daha fazla dayanamayan mahalle sakinleri bu kardeşlerin anne ve babasına gidip bu çocukları rahibe götürmelerini istemişler. Anne ve babaları da pazar günü olunca onları kiliseye rahibin yanına götürmüşler. Rahip ilk olarak büyük kardeş olan Jack'i yanına kabul etmiş. Jack korka korka rahibin karşısına oturmuş. Rahip de konuya nasıl gireceğini düşünüyormuş. En sonunda rahip dönmüş Jack'e ve şöyle demiş:
-Tanrı nerede?
Jack'in kanı donmuş ne diyeceğini bilemeden rahibe baka kalmış. Rahip soruyu tekrar sormuş:
-Evladım Tanrı nerede?
Jack daha beter şok olmuş boğazındaki bir düğümlenmeyle ne yapacağını bilememiş. Rahip soruyu daha yüksek bir sesle yineleyince Jack oturduğu yerden fırlamış odadan çıkıp kardeşinin elini yakalamış ve eve kadar arkasına bakmadan koşmuş. Eve varınca yatağının altına saklanmış. Olanlardan hiçbir şey anlamayan küçük kardeş sormuş:
-Abi, biz niye saklanıyoruz?
Jack telâşla cevap vermiş:
-Jhonny bu kez başımız çok büyük belada; Tanrı kaybolmuş, bizden biliyorlar!..

İYİ BİR İŞ


Bir futbol hakemi, cennetin kapısına dayanınca, cennetin baş meleği onu durdurup demiş ki:
-Seni iceri almadan önce, sorularıma cevap vermelisin. Şimdi söyle bakalım; hayatın boyunca tam anlamıyla iyi bir iş yaptın mı?
Hakem, hafızasını zorlayıp uzun uzun düşünmüş, ama ne yazik ki yaptığı iyi bir seyi hatırlayamamış. Melek tekrar sormuş:
-Peki, hayatında cesaret gerektiren bir şey yaptın mı?
Adam gururla cevap vermiş:
-Elbette yaptım!..
-Anlat bakalım, neymiş bu cesur iş?
Adam anlatmaya başlamış:
-Ben bir futbol hakemiydim. Kadıköy'de bir Fenerbahce-Galatasaray maçını yönetiyordum. Maçın son dakikasinda Fenerbahce aleyhine penaltı verdim.
-Vay canına!.. Gercekten sen çok cesurmussun sen, hadi gec bakalım!
Cennetin kapıları açılmış. Bizim hakem tam gececekken, melek merak edip sormuş:
-Ne zaman olmuştu bu mac?
Zavallı hakem boynunu bükerek cevap vermiş:
-Asağı yukarı maç biteli üç dakika oluyor!..

NÜKLEER ENERJİ


Adamın biri, uçakta yanında oturan hiç tanımadığı güzel sarışına demiş ki:
-Yanyana otururken, muhabbet edilirse; seyahat cok kısa sürermiş. Hanımefendi, hadi konuşalım.
Güzel sarışın, okuduğu kitabı yavaşca kapatarak sormuş:
-Ne üzerine konuşmak istersin?
-Mesela nükleer enerjiye ne dersin?
-Enteresan bir konu olabilir, ama önce sana bir soru sorayım; at, inek ve geyik aynı şeyi, yani ot yerler, ama çıkartırlarken geyik küçük parçalar halinde, inek lappadanak parçalar halinde, at da pişmaniye topları gibi çıkartır. Neden olduğunu biliyor musunuz?
Bu soru karşısında şaşıran adam, kekelemiş:
-Valla en ufak bir fikrim yok.
Bunun üzerine güzel sarışın sitem etmiş:
-Bi boktan anlamazken, nükleer enerjiyi nasıl tartışabileceğini zannediyorsun?

DALKAVUK


Padişahın canı patlıcan yemek istemiş, hemen pişirmişler, afiyetle yemiş ve demiş ki:
-Şu patlıcan ne güzel sebzedir.
Dalkavuk onaylamış:
-Ağzınızın tadını biliyorsunuz efendim. Patlıcan öyle lezizdir ki; 40 çeşit yemeği olur, tatlısı olur, turşusu olur... İnsan yemeğe doyamaz, parmaklarını yer.
Padişah ertesi gün tersinden kalkmış. Bir gün önce çok beğendi diye, yine patlıcan yemeği pişirip, sofrasına getirmişler. Padişah kükremiş bu sefer:
-Bu ne yahu? Her gün patlıcan, her gün patlıcan, bari bi şeye benzese!..
Dalkavuk atılmış hemen:
-Haklısınız efendimiz, ne yemeği yemek, ne tadı tat, zaten kara kuru bi şey!..
Padişah çok kızmış ve dalkavuğa bağırmış:
-Daha dün, patlıcanı yere göğe sığdıramayan sen değil miydin? Benimle alay mı ediyorsun?
Zavallı dalkavuk boynunu bükmüş ve demiş ki:
-Aman padişahım, yanlış anlamayın! Ben sizin patlıcanınız değilim, ama dalkavuğunuzum!..

KUMDA BİLE YETİŞMEYE BAŞLAMIŞ


Bol adaleli yakışıklı bir delikanlı, bir sabah duştan çıkmış hayran hayran kendisini seyrederken bir bakmış ki; tüm vücudu güneş yanığı, ama sadece şeyi süt beyaz. Bu durum yakışıklının içine sinmemiş ve orasını da yakmaya karar vermiş. Doğru plaja giden yakışıklı, güneş doğarken soyunmuş ve güneş görmesini istediği şeyini dışarıda bırakarak kendini kuma gömmüş. Tam o sırada ellerindeki bastonlarla sabah yürüyüşüne çıkan iki ihtiyar hanımefendi, kumdan dışarı çıkan şeyi görmüşler. Biri etrafında dolaşmış ve bastonu ile orasına burasına dokunmus. Sonra da arkadasına demiş ki:
-Dünyanın adaleti yok!..
-Nasıl yani?
-Nasıl olacak? Şu şeyi göruyor musun?
-Evet.
-O gördüğün şeyi 10 yaşındayken merak ettim, 20 yaşımda tanıştım, 30 yaşındayken hoşlanmaya başladım, 40 yaşındayken peşine düştüm, 50 yaşındayken satın alır oldum, 60 yaşındayken bulmak için adaklar adadım ve 70 yaşındayken unuttum.
Biraz soluk almak için konuşmasına ara veren ihtiyar kadın, bastonuyla o şeye dokunarak arkadaşına dert yanmış:
-Şimdi 80 yaşındayım, bu Allah'ın belası şey kumda bile yetişmeye başlamış, ama benim eğilip dokunacak halim bile yok!..

NEREDEN BİLECEK?


Kendisini fare zannettiği için ailesi tarafından bir akıl hastanesine yatırılan adam, birkaç yıllık bir tedavinin ardından; iyice kendine gelmiş. Doktorlar, artık taburcu etmeyi düşündükleri hasta ile son bir görüşme yaparak,iyileştiğinden emin olmak istemişler. Adama sormuşlar:
-Söyle bakalım; sen insan mısın, fare misin?
Adam gülümsemiş:
-Doktor bey, o günleri geride bıraktım. Elbette ki ben bir insanım.
Doktorlar, içleri rahatlayarak demişler ki:
-Tamam o zaman, artık burada kalmana gerek kalmadı.
Ve çıkış belgelerini imzalayıp adama uzatmışlar. Birkaç dakika sonra, gruptaki doktorlardan biri bahçeye çıktığında, adamı bir ağacın arkasına saklanır halde görünce sormuş:
-N oldu yahu? Sıkılmadın mı buradan, çıksana, git özgürlüğün tadını çıkar!
-İyi de doktor bey, orada bir kedi var!
-Eee, ne olmuş kedi varsa; hani sen artık bir fare olmadığını biliyordun?
-Ya doktor bey, ben fare olmadığımı biliyorum da; kedi benim fare olmadığımı nereden bilecek?

23 Ocak 2008 Çarşamba

işaret

Balığa çıkacak olan Lazlar konuşuyorlarmış :
- Dün balık avladığımız yeri işaretledin mi ?
- Evet kayığa işaret koydum
- Aptal! Ya bugün başka kayıkla balığa çıkarsak ?!

Boyacı laz

Laza karayollarını boyama işi vermişler. Laz başlamış çalışmaya. İlk gün tam 200 metre boyamış. İkinci gün 100 metre, üçüncü gün 50 metre. Artık dördüncü gün 10 metre boyayınca amiri Lazı çağırmış:
- Hayırdır evladım iyi çalışıyordun ?
- Ben yine iyi çalışıyorum
- İyi ama dün 50 metre bugün de 10 metre boyamışsın.
- E... haliyle. İlk günlerde boya kovasına gidip gelmek kolaydı, sonraları çok vakit almaya basladı.

temel misafirlikte

Temel, evli bir arkadaşını ziyarete gider. Evin hanımı çok güzel bir içki masası hazırlamıştır. Hep birlikte yiyip, içip sohbet ederler. Kimse zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmaz. İçkinin etkisiyle, ev sahibi sızar ve horlamaya başlar. Kadın, Temel'e yaklaşır ve kulağına fısıldar:
- Haydi biraz sevişelim.
Temel sıkılarak:
- Nasıl olur? Sen benim arkadaşımın eşisin. Hem sonra ya aniden uyanırsa ?
Kadın, üstündeki son giysiyi de çıkartırken: - Yer yerinden oynasa, uyanmaz artık. Temel eğilir ve arkadaşının göğsünden bir kıl kopartır. Arkadaşının horultusunda hiçbir değişme olmaz. Bunun üzerine kadınla çılgınca sevişmeye başlar.
Kadın, bir süre sonra içli bir sesle:
- Haydi bir daha.
Temel, arkadaşının göğsünden bir kıl daha kopartır, horultu yine devam etmektedir. Bir kez daha sevişirler. Olay, sabaha kadar tam beş kez tekrarlanır. Güneşin ilk ışıkları odaya dolarken, Temel bir kıl daha koparınca, arkadaşı: - Bak dostum, bütün gece karımla seviştin. Ses çıkartmadım. Ama beni skorboard olarak kullanmaya devam edersen, canına okurum ha!


fıkralar

KABUL ETMEM


Bektaşinin biri, ağaca çıkıp, kiraz yemeye başlamış. Tam o sırada öğle ezanı okunmuş. Yan bahçede çalışan biri de gelmiş kiraz ağacının dibinde namaza durmuş. Adam dört rekat sünneti kılmış, dua ettikten sonra yalvarmış:
-Allah'ım, dualarımı kabul et.
Bektaşi de muziplik olsun diye davudi bir sesle bağırmış:
-Kabul etmeeemmm!..
Adam sağa bakmış, sola bakmış; kimseyi görememiş, başını kaldırıp, yukarı bakmak hiç aklına gelmemiş. Korka korka dört rekat farzı kılmış ve dua ettikten sonra yine yalvarmış:
-Allah'ım, dualarımı kabul et.
Bektaşi de ille muziplik yapacak ya, yine o davudi sesiyle bağırmış:
-Kabul etmeeemmm!..
Adam yine sağa bakmış, sola bakmış; kimseyi göremeyince iyice korkmuş. İki rekatlık son sünneti de kılmış ve dua ettikten sonra, bir daha yalvarmış:
-Allah'ım, dualarımı kabul et.
Bektaşi, davudi sesiyle yine girmiş araya:
-Kabul etmeeemmm!..
Morali bozulan adam, kendi kendine söylenmiş:
-Kabul etmezsen, etme be! Zaten abdestim de yoktu!..

İNCÜLÜZÜM DA!


Temel İngiltere'ye gitmiş, Londra'da bir vapura binmiş, meraklı gözlerle çevresine bakmış; Financial Times gazetesini ters tutan birini görmüş ve kendi kendine söylenmiş:
-Ula bu şahsın Laz olduğunu garanti ederim.
Gitmiş adamın omuzuna dokunmuş. Adam da piposunu eline alıp, Temel'e bakmış. Temel de sormuş:
-Hemşerim, sen Laz mısın?
Adam, Temel'e ters ters bakarak konuşmuş:
-What?
Temel, İngilizce bilmediği için bir şey anlamamış, gidip yerine oturmuş, ama şöyle bir kanıya varmış:
-Ula bu şahıs Laz ama, benimle kafa buluyor.
Yerinde duramayan Temel, gitmiş adamın yanına; omuzuna dokunmuş ve yine sormuş:
-Hemşerim, sen Laz mısın?
Adam öfkeli öfkeli İngilizce bir şeyler söylemiş, Temel de hiçbir şey anlamamış, gidip yerine oturmuş, ama bir türlü şüphesini yenemiyormuş:
-Ula bu şahıs Laz, burnu bile Lazlara benziyor.
Kalkmış yerinden, gitmiş adamın yanına, omuzuna dokunmuş. Adam da başını çevirip, Temel'e bakmış. Temel bir daha sormuş:
-Hemşerim, sen Laz mısın?
Adam dayanamamış; sonunda Türkçe cevap vermiş:
-İncülüzüm da!..

YENİDEN ÇOCUK MU YAPALIM?


Kalaycılık ve maşa işleriyle uğraşan bir Çingene ailesi, bir köyden başka bir köye göç ediyormuş. Tek atın çektiği arabaya eşya ve malzemeleri doldurmuşlar, kendileri de yaya yürüyorlarmış. Bu aile 15 yıllık evliymiş ve 15 çocukları varmış, adam çeribaşı olabilmek için çok çocuk yapmış. Yolda giderken çocuklardan biri çamura saplanıp, ağlamaya başlamış. Kadın, önde giden kocasına bağırmış:
-Baro, baro!..
Adam geri dönüp bakmış:
-Ne oldu gacı?
-Bizim şoparlardan biri çamura saplandı; kurtaralım mı, yoksa yeniden çocuk mu yapalım?

TEMEL VE KAYSERİLİ


Karadenizli Temel, asker arkadaşının daveti üzerine Kayseri'nin bir köyüne gitmiş, asker arkadaşıyla buluşmuş; yemişler, içmişler, hasret gidermişler ve sızıp kalmışlar. Sabah olmuş, Temel erkenden uyanmış, bekar olan asker arkadaşı ise hâlâ uyuyormuş, "Arkadaşım uyanana kadar, köyün çevresini gezeyim bari" diye gezintiye çıkmış, iki yüz metre ileride koyun güden bir çoban görmüş; bir yere saklanıp, çobana gözükmeden koyunları tek tek saymış. Saklandığı yerden çıkan Temel, çobanın yanına gitmiş, selam vermiş, selam almış ve başlamış muzipliğe:
-Çoban, bana bir koyun versene.
Çoban da Kayserili ya, Temel'le dalga geçecek:
-Burada kaç koyun var? On saniye içinde bilirsen, sana bir koyun helâl olsun!
Temel kestirip atmış:
-Burada tam 364 tane koyun vardır da.
Şaşıaran Kayserili şormuş:
-Nasıl bildin yahu?
-Ben bilirim! Çoban da verdiği sözün ezikliği içinde demiş ki:
-Hadi al götür koyunların birini.
Temel dalmış sürüye, kucaklamış bir tane, ıslık çala çala yürümeye başlamış. Çoban arkadan bağırmış:
-Hemşerim, hemşerim! Sen Karadenizli misin?
Temel geriye bakmış:
-Uy, sen benim Karadenizli olduğumu nasıl anladın da?
Çoban gülmüş:
-Anlamayacak ne var hemşerim? Koyun diye çoban köpeğini kucakladın!..

ÇİVİ


İstanbul'un taşı, toprağı altın diye, Temel memleketi ardında bırakıp, İstanbul'a gelmiş. "Bir iş bulup çalışırım!" demiş, ama evdeki hesap çarşıya uymamış; Temel iş bulamamış, parası da bitmiş, karnı da acıkmış, bir lokantanın önünden geçerken, dumanı tüten yemeklere hazin hazin bakmış. "Ulan ben şimdi karnımı nasıl doyuracağım?" diye düşünen Temel, yerde sekizlik bir çivi bulmuş ve dalmış lokantaya. "Buyur!" demiş lokantacı. Temel demiş ki:
-Hemşerim, ben bu çiviyi kafamla duvara çakarım!
Lokantacı gülmüş:
-Olur mu öyle şey?
-Eğer bu çiviyi kafamla duvara çakarsam ne vereceksin?
-Eğer sen bu çiviyi kafanla duvara çak, bir haftalık yiyeceğin benden!
Temel sekizlik çiviyi duvara dayamış, bir kafa atmış; çivi köküne kadar duvara gömülmüş. Lokantacı şaşırıp kalmış ve şöyle demiş:
-Ben sözümü tutarım arkadaş, bir hafta ne yiyip ne içersen bendensin!
Temel bir hafta bedavadan geçinmiş, ama yine de iş bulamamış. Yine karnı acıkan Temel, bu sefer onluk çiviyle gelmiş lokantaya:
-Ben bu çiviyi de kafamla duvara çakarım!
Lokantacı da inat etmiş:
-Çakamazsın!
-Çakarım!
-Eğer sen bu çiviyi kafanla duvara çak, bir aylık yiyeceğin benden!..
Temel çiviyi duvara dayamış, bir kafa atmış; çivi köküne kadar duvara girmiş. Lokantacı da hayran hayran Temel'e bakmış:
-Helâl olsun sana, bir ay bendensin!
Temel bir ay yemiş, içmiş, ama yine iş bulamamış, bu sefer on ikilik çiviyle gelmiş lokantaya:
-Ben bu çiviyi de kafamla duvara çakarım!..
Lokantacı yine inat etmiş:
-Eğer sen bu çiviyi çak, bir yıllık yiyeceğin benden!
Temel çiviyi duvara dayamış, bir kafa atmış,; çivi on santim duvara girmiş, iki santimi dışarıda kalmış. Lokantacı sevinmiş:
-Çakamadın gördün mü?
Temel şüphelenmiş:
-Bu duvarın arkasında ne var ula?
-Bu duvarın arkasında kahvehane var.
-Haydi gidip bakalım.
Gidip bakmışlar kahvehaneye; Temel'in çocukluk arkadaşı Dursun, kafasını duvara dayamış, uyukluyormuş. Temel lokantacıya dönüp demiş ki:
-Çivinin niye girmediği şimdi belli oldu!..

NE OLDU?


Karadenizli Temel epey yaşlanmış, bir gün beli ağrırsa, bir gün dizi ağrıyormuş, torunlarına dert yanarmış:
-Ula uşaklar, ben hastayım!..
Torunları da gülüp geçermiş:
-Yok dede, sen eski topraksın; sana bir şey olmaz!..
Temel ne zaman dert yansa:
-Ula uşaklar, ben hastayım!..
Torunları da hep aynı cevabı verir olmuş:
-Yok dede, sen eski topraksın; sana bir şey olmaz!..
Temel bir gün rahmetli olmuş, mezar taşına da şu yazıyı yazdırmış:
"Hastayım dedim; inanmadınız. Hastayım dedim; inanmadınız. Şimdi ne oldu?"

ŞİMENDİFER EFENDİ


Türkçe, Arapça ve Farsça karışımı bir dil olan Osmanlıca, Osmanlı saraylarında konuşulur olmuş. O devrin ileri gelen aydınları da Osmanlıca modasına uymuş. Türk halkı bu dilden anlamıyor, Saray ve aydınlar da halkın dilinden anlamıyormuş. Böyle bir dönemde saraydan emekli olan bir beyzade eşeğini sıpasıyla birlikte kaybetmiş, başlamış aramaya, yolda giderken, öküzlerle çift süren bir köylüye rastlamış ve sormuş:
-Muhterem, bizim şimendifer efendi, mahdumuyla beraber sırra kadem eyledi; görmeniz icap eyledi mi?
Şaşırıp kalan köylü, kendi kendine düşünmeye başlamış:
-Ne diyor lan bu adam? Ulan yoksa benim anama, avradıma mı sövüyor?
Üvendireyi kaptığı gibi beyzadenin üzerine yürümüş. Beyzade korkmuş:
-Dur hemşerim, benim eşek, sıpasıyla birlikte kayboldu; onu soracaktım!..
Köylü demiş ki:
-Madem ki Türkçe biliyorsun; benim anlamadığım dilde niye konuşuyorsun kardeşim!..

KAPAT ULAN KAPIYI!


Adamın biri o kadar çok üşüyormuş ki; tir tir titriyormuş, yaz sıcağında dahi ısınamıyormuş. Günlerden bir gün adam vefat etmiş, ahirette amel defterine bakmışlar; hiçbir günahı yok. Adamı koymuşlar cennete. Cennette de üşüyen adam, meleklere sormuş:
-Yuhu burada sıcak bir yer yok mu?
-Yok, sıcaklık ancak cehennemde var.
-Sizden rica etsem, beni cehenneme götürür müsünüz?
-İyi ama, senin hiçbir günahın yok ki.
-Olsun, siz yine de beni cehenneme götürün, belki orada ısınırım.
Melekler adamı cennetten çıkarıp, bir zebanîye teslim etmişler. Adam zebanîyle beraber girmiş cehenneme, keyfi yerine gelmiş:
-Oh be, biraz ısındım!..
Aradan bir kaç gün geçmiş, adam yine üşümeye başlamış. Bunu gören zebanî, adamın hâline acımış ve demiş ki:
-Seni ateşin kaynağına götüreyim, belki orda ısınırsın.
Adamın canına minnet:
-Götür.
Ateşin kaynağına gitmişler, adam içeri girmiş ve tembih etmiş:
-Kapıyı sıkı sıkı kapat!..
Zebanî denileni yapıp, kapıyı sıkı sıkı kapatmış. Adamdan bir hafta ses çıkmamış, "Acaba ne oldu buna?" diye merak eden zebanî, ateşin kaynağının kapısını açmış, kafasını içeri uzatmış. Tam o sırada adam içeriden öfkeyle bağırmış:
-Kapat ulan kapıyı, cereyan yapıyor!..

EL ARABASI


İkisi evli, biri bekâr üç kardeş ve hanımları Türkiye gezisine çıkmışlar. Bu beş kişilik topluluk, diledikleri otobüsle bir şehirden bir şehire gidiyor, gece olunca da gittikleri şehrin bir otelinde kalıyorlarmış. Bir gün İskenderun'dan otobüse binip, Hatay'a gelmişler, gece olunca da bir otele gidip, üç yataklı bir oda kiralamışlar. Hepsi yattıktan sonra, gecenin birinde büyük kardeş uyanmış ve hanımını da uyandırmış:
-Haydi hanım, Adana otobüsüne binelim!..
Sevişmişler ve uyumuşlar. Gece saat üçe doğru ortanca kardeş uyanmış ve hanımını da uyandırmış:
-Haydi hanım, Kayseri otobüsüne binelim!..
Sevişmişler ve uyumuşlar. Sabah olunca bir otobüse binip, yola çıkmışlar, evli olanlar neşeli, bekâr olanda surat iki karış, merak edip sormuşlar:
-Hayrola, hasta mısın?
Bekâr kardeş suratını ekşiterek cevap vermiş:
-Yorgunum.
-Neden yorgunsun?
-Biriniz Adana otobüsüne bindi, biriniz de Kayseri otobüsüne bindi; ben de el arabasıyla size yetişeceğim diye anam ağladı be!..

FİNCANCI KATIRLARI?


Nasrettin Hoca ahirette ne var ne yok merak edermiş. Bir gün mezarlıkta boş bir mezar gören Nasrettin Hoca, eve gidip karısına demiş ki:
-Hanım, ahirette ne var ne yok merak ediyorum. Bugün boş bir mezar gördüm, gidip içine yatacağım; bakalım ne olacak?
Hoca, mezarlığa gidip, boş mezara yatmış. "Acaba ne olacak?" diye başlamış sağı, solu dinlemeye. Gece saat dörde doğru "Haldırt!.. Huldurt!.." diye sesler duymaya başlayan Hoca, boş mezarın içinde ansızın ayağa kalkıp sormuş:
-Ne oluyor yahu?
Fincancı katırları da Hoca'yı o vaziyette görünce ürkmüş; katırlara yüklenen fincanlar da kırılmış. Fincancılar birbirlerine sormuş:
-Bu deli ne arıyor burada?
Katırları ürkmesiyle ficanları kırılan fincancılar, Nasretti Hoca'yı bir güzel dövmüşler. Sabah olunca, Hoca ağzı burnu kan içinde eve gelmiş, karısı "Hoşgeldin" diyerek, sormuş:
-Hocam, ahirette ne var ne yok?
Hoca da cevap vermiş:
-Fincancı katırlarını ürkütmezsen, hiçbir şey yok!..

İNİN ULAN!


Adamın biri piyango bileti almış, başlamış zengin olma hayalleri kurmaya:
-Büyük ikramiye bana çıkarsa, son model bir araba alacağım!..
Karısı da sevinçle demiş ki:
-Senin yanına ben otururum!..
Küçük oğlu itiraz etmiş:
-Hayır, babamım yanına ben oturacağım!..
Kadın oğluna çıkışmış:
-Sus edepsiz, çocuklar arkaya oturur!..
Derken çocukla annesi başlamışlar kavgaya. Adam öfkeyle bağırmış:
-İnin ulan arabadan aşağı!..

İÇERİ TIKACAKSIN


Temel Reis, Kumkapı'daki bir meyhanede içerken kavga çıkmış. Bıçaklı biri saldırınca, Temel Reis de kavgaya karışmak zorunda kalmış. Temel Reis'e bıçakla saldıran adam, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmış. Bu bıçaklama olayından dolayı, tutuksuz olarak yargılanan Temel Reis'e hakim sormuş:
-Olay nasıl oldu, anlat bakalım!..
Temel Reis de başlamış anlatmaya:
-Hakim bey, bizim takaya Ordu'dan fındık yükledik, Zonguldak'a getirip boşalttık. Zonguldak'tan kömür yükledik, Rize'ye getirip boşalttık. Rize'den kum yükledik, Sinop'a getirip boşalttık...
Temel Reis her duruşmada bu tip ifadeler veriyor, Zonguldak'a kadar gelip, tekrar Rize'ye dönüyormuş. Sonunda sabrı taşan hakim bağırmış:
-Yeter be adam, İstanbul'a gel, İstanbul'a!..
Olay İstanbul'da olduğu için Temel Reis şöyle cevap vermiş:
-İstanbul'a gelsem; içeri tıkacaksın hakim bey!..

ŞİŞE KIRILACAK


Bekri Mustafa'yı içki içerken yakalayan kolcular, apar topar padişah Dördüncü Murat'ın huzuruna getirmişler. Bekri Mustafa Padişah görmesin diye, rakı şişesini bir eliyle arkasında saklamış. Padişah talimat vermiş:
-Bizi yalnız bırakın!..
Adamlarını dışarı yollayan padişah, Bekri Mustafa'ya dönmüş:
-Sağ elini uzat bakayım!..
Bekri Mustafa da rakı şişesini sol eline alıp, sağ elini uzatmış.
-Sol elini uzat bakayım!..
Bekri Mustafa bu sefer şişeyi sağ eline alıp, sol elini uzatmış. Padişah Bekri Mustafa'nın rakı şişesi sakladığından adı gibi eminmiş, yine emretmiş:
-İki elini birden uzat bakayım!..
Bekri Mustafa geri geri gidip, duvara doğru dayanmış, rakı şişesini kendisiyle duvar arasında sıkıştırarak; iki elini birden uzatmış. Koskoca padişah bu; hiç kül yutar mı? Yine emretmiş:
-Üç adım bana doğru gel bakayım!..
Bekri Mustafa dayanamamış ve başlamış yalvarmaya:
-Etme, eyleme padişahım, şişe kırılacak; o kadar rakıya da yazık olacak!..
Padişah Bekri Mustafa'nın bu sözüne çok gülmüş ve onu affetmiş.

SARI GELİN


Olay Denizli'nin bir köyünde geçiyor. Sarı gelinin kocası öleli iki yıl olmuş, hâlâ yas tutarmış. Sarı gelinin komşusu da dul bir erkekmiş. O da Sarı gelinle evlenmek istermiş. Günün birinde, Sarı gelin avluda bazlama pişirirken, rahmetli kocası aklına gelmiş, başlamış ağlamaya:
-Sarı gelinin pişirdiği bazlamaları kim yiyecek?
Çitin öte tarafındaki dul erkek komşusundan cevap gelmiş:
- Ben, ben!..
- Sarı gelinin yanında kim yatacak?
- Ben, ben!..
- Sarı geline kim sarılacak?
- Ben, ben!..
- Sarı gelinin yanaklarından kim öpecek?
- Ben, ben!..
- Sarı gelinin beş yüz lira borcu var; kim ödeyecek?
O devirde beş yüz lira çok para. Parası yok, pulu yok, beş yüz lira borcu nasıl ödesin bizim zavallı sevdalı, bakmış iş olacak gibi değil şöyle cevap vermiş:
- Öyle berbat işe gelemem ben!..

ÖLÜNÜZ BÖYLEYSE


Osmanlı İmparatorluğu'nun Viyana kapılarına dayandığı devirde, Bizim Keloğlan Anadolu'dan Avrupa'ya geziye çıkmış, bir köye konuk olmuş. Keloğlan'ın konuk olduğu köyde akıl almaz şeyler oluyormuş. Köyün ölüleri dirildiği için; cenazeler kazık çakılarak gömülüyormuş. Köyün öyle bir geleneği varmış ki; cenaze defin edilene kadar başında konuk bekletmek bir adetmiş. Keloğlan'ın konuk olduğu akşam da köyden birisi ölmüş. Köylüler Keloğlan'ı ölüyle başbaşa bırakıp uyumaya gitmişler. Gece saat 12 olmuş, ölü başlamış konuşmaya:
-Kalkayım mı, kalkayım mı, kalkayım mı?
Keloğlan korkudan ne yapacağını bilememiş, elleri titreye titreye tütün sarıp yakmış. Ölü hep aynı şeyleri söylüyormuş:
-Kalkayım mı, kalkayım mı, kalkayım mı?
Bizim Keloğlan üç saatte bir paket tütünü bitirmiş ve öfkeyle bağırmış:
-Kalk bakalım ulan!.. Ne yapacaksın?
Keloğlan böyle demiş, ama dediğine de bin pişman olmuş. Ölü kalkmış, Keloğlan'a saldırmış, o da kendini savunmak için başlamış ölüyle boğuşmaya. Sabah ezanı okunurken, ölü kavgayı bırakıp, tabutuna girmiş. Keloğlan da rahat bir nefes almış. Biraz sonra gelen köylüler sormuş:
-Nasıl buldun ölümüzü?
Keloğlan da sinirli sinirli söylenmiş:
-Ulan, sizin ölünüz böyleyse; diriniz nasıldır kim bilir?

İKİNCİ KANAL


Diktatörlükle yönetilen bir ülkede tek bir televizyon kanalı varmış. O televizyon kanalı da diktatörün borazanlığını yapan devlet kanalıymış. Günün birinde gazetelerde "İkinci kanal yayına başladı!" diye haberler çıkmış. Ancak ülke diktatörlükle yönetildiği için, ikinci kanalı seyretmeye kimse cesaret edemiyormuş. Vatandaşın biri çok meraklıymış "İkinci kanalda ne var acaba?" diye merak edermiş, bir gün " Ne olursa olsun!" demiş ve korka korka ikinci kanalı açmış. Ekranda eli coplu bir polis belirmiş ve bağırmış:
-Ne o yoldaş, birinci kanalın suyu mu çıktı, ne işin var bu kanalda? Hemen birinci kanala geç!..

KANDIRDIM ONU


Temel kahvehanede otururken, içeri iriyarı biri girmiş ve kolları sıvarken sormuş:
-İçinizde Ahmet kim?
Temel de düşünmeden parmak kaldırmış:
-Ahmet benim!..
Öfkeli adam Temel'i bayıltana kadar dövmüş ve çekip gitmiş. Kahveci Temel'in hâline acımış, yüzüne ve gözlerine kolonya sürüp ayıltırken söylenmiş:
-Yahu senin adın Temel. Niye "Ahmet benim!" dedin de dayak yedin?
Temel gözlerini zar zor açarak demiş ki:
-Kandırdım onu!..

MÜLLER VE HELGA


Yakışıklı Alman genci Müller, pencereden bakan Helga'ya bir görüşte sevdalanmış. Helga da Müllerin aşkını karşılıksız bırakmamış ve çağırmış:
-Gel Müller, sevişelim!..
Müller de Helga'nın evine girmiş, ama girdiğine de bin pişman olmuş. Helga'nın abisi Hans'a yakalanmış:
-Sen benim kız kardeşime tecavüz edecektin ha!.. Ben sana tecavüz edeyim de gör!..
Müller, başına gelen bu kötü olaydan sonra, bir hafta ortalıkta gözükmemiş, ama Helga'nın hasretine dayanamamış, Helga'nın oturduğu evin karşısına gelmiş. Helga pencerden bakıyormuş. Müller'i görünce çok sevinmiş:
-Nerdesin be Müller? Seni çok merak ettim, hadi gel, sevişelim!..
-Hans oradaysa, gelmem.
-Hans işe gitti, korkma, gel!..
Müller, Helga'nın sözlerinden cesaret alarak eve girmiş ve yine Hans'a yakalanmış. Bu ikinci kötü olaydan sonra, Helga Müller'i bir yıla yakın süredir göremiyor ve üzülüyormuş. Günün birinde pencerden bakarken Mülleri görmüş; öyle bir sevinmiş öyle bir sevinmiş ki, hemen çağırmış:
-Hadi gel Müller!..
Müller'in hareketlerinde bir tuhaflık varmış, kırıta kırıta cevap vermiş:
-Hans oradaysa gelirim ayol!..

BİR ISLIK ÇAL


Baba ve beş yaşındaki oğlu, otobüsle yolculuk yapıyormuş. Babanın başında kasket, oğlunun başında da yazlık bir şapka varmış. Baba,"Oğluma bir muziplik yapayım!" diye düşünmüş; oğlunun başındaki şapkayı kaptığı gibi otobüsün camından atar gibi yapmış ve arkasına saklamış. Çocuk başlamış ağlamaya:
-Şapkam gitti, şapkam gitti!..
Babası da demiş ki:
-Üzülme oğlum, bir ıslık çal, şapkan geri gelsin!..
Çocuk da babasının dediğini yapmış. Babası da arkasında sakladığı şapkayı çocuğun kafaya geçirmiş. Şapkası geri gelince, çocuk çok sevinmiş. Bir süre sonra çocuğun canı sıkılmış, "Ben de babama bir muziplik yapayım!" diye düşünmüş; babasının başındaki kasketi kaptığı gibi otobüsten dışarı fırlatmış. Babası öfkeli ve üzgün dert yanmış:
-Ne yaptın sen oğlum?
-Üzülme baba, bir ıslık çal, kasketin geri gelir!..

HANGİ KAPIDAN?


Papağanın biri, tavuklara taciz ederken, sahibi tarafından yakalanmış. "Yaptıklarından utanmıyor musun?" diyen sahibi, ceza olarak kafasındaki tüyleri tek tek yolup, papağanı kel etmiş. Papağan sahibinin sosyetede hatırlı bir yeri varmış, evinde eğlenceli bir toplantı düzenlemiş, sosyeteye hava atmak için de papağanını iki kapı arasına dikmiş ve şu talimatı vermiş:
-Uzun saçlılar gelirse "Bayanlar sağ kapıdan!" dersin, kısa saçlılar gelirse "Baylar sol kapıdan!" dersin.
Akşam olunca, davetliler gelmeye başlamış. Papağan da uzun saçlıları görünce, kibarca şöyle diyormuş:
-Bayanlar sağ kapıdan!..
Kısa saçlıları görünce de yol gösteriyormuş:
-Baylar sol kapıdan!..
Papağan kibarlığı ile davetlileri kendine hayran ediyormuş. Bir süre sonra davete kel biri gelmiş. Papağan da ne yapacağını şaşırmış "Ulan bu da benim gibi tavuklara taciz ederken yakalandı herhalde!" diye düşünmüş ve uzaktaki sahibine bağırmak zorunda kalmış:
-Patrooonnn!.. Tavuk sevenler hangi kapıdan?"

DAHA POSTALLARIMI GİYMEDİM KOMUTANIM!


Çocukluk arkadaşı olan bir general ile bir albay sohbet ediyormuş. Söz makam şoförlerinden açılmış. General başlamış övünmeye:
-Benim makam şoförüm çok hızlıdır.
Albay bunun altında kalacak değil ya, o da demiş ki:
-Benim makam şoförüm daha hızlıdır.
İddiaya girmişler. General makam şoförünü çağırmış:
-Ahmeeettt!..
Ahmet içeri girmiş, tak bir selam:
-Emret komutanım!..
-Oğlum, al şu parayı, bana bakkaldan bir paket tekel 2000 sigarası al!..
-Başüstüne komutanım!..
General de radyodan hızlı futbol maçı anlatan Halit Kıvanç gibi, Ahmet'in ne yaptığını maç gibi anlatmaya başlamış:
-Postalları giydi, merdivenden indi, sokağa çıktı, biraz yürüdü, bakkala girdi, parayı verdi, sigarayı aldı, bakkaldan ayrıldı, sokakta yürüdü, merdivenleri çıktı, kapıya geldi; Ahmeeettt!..
Kapı açılmış. Ahmet içeri girmiş. Tak diye bir selam vererek sigarayı uzatmış:
-Buyur komutanım!..
Ahmet'in bu kadar hızlı olması General'i memnun etmekle birlikte, albayı da şaşırtmış. Albay kara kara düşünmeye başlamış:
-Şimdi ayvayı yedik işte, keşke iddiaya girmeseydim. Bizim şoför Mehmet de biraz paspaldır. Şimdi ne halt edeceğiz?
Albay bu düşüncelerle kendi askerini çağırmış:
-Mehmeeettt!..
Mehmet elinde iki postalla dalmış içeri, bir selam çakmış:
-Emret komutanım!..
Albay parayı uzatmış:
-Oğlum bana bir paket Maltepe sigarası al!..
-Başüstüne komutanım!..
Albay da Mehmet'in ne yaptığını futbol maçlarını yavaş anlatan Necati Karakaya gibi anlatmaya başlamış:
-Postallarını giydi.. Merdivenden indi... Sokağa çıktı... Biraz yürüdü... Bakkala girdi... Parayı verdi... Sigarayı aldı... Bakkaldan ayrıldı... Sokakta yürüdü... Merdivenleri çıktı... Kapıya geldi... Mehmeeettt!..
Kapı açılmış. Postalın biri elinde, biri ayağında olan Mehmet içeri dalmış, bir selam çakmış:
-Emret komutanım!..
-Hani oğlum sigara?
-Daha postallarımı giymedim komutanım!..

RAHMETLİ ANNENİ GÖRMEYE GİDİYORUM


Bir askeri hava birliği, uçaktan paraşütle atlama talimi yapıyormuş. Sırası gelen asker, yüzbaşının "Atla!" talimatıyla uçaktan atlıyormuş. Sıra Tekirdağlı Süleyman'a gelmiş, yüzbaşı emir vermiş:
-Atla!..
-Komutanım ben atlayamam!..
-Niye atlamıyorsun oğlum? Yoksa emre karşı mı geliyorsun!..
-Komutanım, emre karşı geldiğim yok. Bu gece rüyamda rahmetli annemi gördüm; "Uçaktan atlama, paraşütün açılmayacak!.." dedi.
-Hadi be, olur mu öyle şey? Ver senin paraşütü, al benim paraşütü!.. Hadi atla!..
Süleyman emre uyup atlamış ve yüzbaşının verdiği paraşüt açılmış. Süleyman'ın peşinden yüzbaşı atlamış ama, Süleyman'dan aldığı paraşüt açılmamış. Yüzbaşı kurşun hızıyla düşüyormuş. Tekirdağlı Süleyman sormuş:
-Komutanım, nereye gidiyorsun? Yüzbaşı da öfkeli bir şekilde cevap vermiş:
-Rahmetli anneni görmeye gidiyorum!..

ULAN NE ZAMAN SIÇTIM?


Bir köyde köyün ileri gelenleri, köy kahvesinde sohbet ediyorlarmış. Sohbet de kadınların sadakati üzerineymiş. Hüsmen Ağa söz almış:
-Valla benim hanım çok sadıktır, ben öldükten sonra bile evlenmez.
Muhtar gülmüş:
-Hüsmen Ağa, kadınlara pek güvenme. Kocası öldükten sonra evlenmek isteyen her kadın evlenir.
Hüsmen Ağa da tutturmuş:
-Benim hanım evlenmez.
Muhtar sormuş:
-Var mısın iddiaya?
-Varım be!..
-Tamam o zaman. Sen şimdi yalancıktan hastalan, eve git, "Ben ölüyorum, muhtarı çağın." de, beni çağırttır.
Hüsmen Ağa, muhtarın dediklerini harfiyen uygulamaya karar vermiş; evine gitmiş, karısına demiş ki:
-Hanım, ben çok hastayım, ölüyorum galiba?
Kocasının hâline üzülen kadın, hemen bir yatak sermiş, kocasını yatağa yatırmış ve başlamış ağlamaya:
-Aman ağam, sen ölürsen ben ne yaparım?
Hüsmen Ağa yattığı yataktan seslenmiş:
-Git, muhtarı çağır bana.
Durumu bilen muhtar gelmiş. Hüsmen Ağa da son nefesini verir gibi yapmış, numaradan ölmüş. Kadın da başlamış ağlamaya. Muhtar, Hüsmen Ağa'nın kafasına yorganı çekmiş ve kadını teselli etmeye çalışmış:
-Üzülme, ölenle ölünmez. Bak Hatice Hanım, benim karım öleli iki yıl oldu; ben dul kaldım. Hüsmen Ağa da öldü; sen de dul kaldın. Öyleyse ikimiz evlenebiliriz.
Kadın da gönüllü gönüllü söylenmiş:
-Vallahi bilmem ki.
Muhtar yine söz almış:
-Nasıl desem bilmiyorum ama, benim bir kusurum var.
-Neymiş o kusur?
-Ben her gece altımı ıslatıyorum.
Muhtarın bu itirafı üzerine kadın da başka bir itirafta bulunmuş:
-O da kusur mu? Benim rahmetli altına sıçardı.
O anda Hüsmen Ağa fena sinirlenmiş, ölü numarası yapmaktan vazgeçerek, yatağın içine oturmuş ve karısına ters ters bakmış:
-Ulan karı, ne zaman sıçtım?

BU KADAR DA PALAVRA OLUR MU?


İki avcı, av üzerine sohbet ediyormuş. Birinci avcı başlamış anlatmaya:
-Bir yaz günü ava çıkmıştım. Biraz dolaştım, bir şey bulamadım. Ben de yorulduğum için, bir ağacın gölgesinde oturdum. Tam o sırada beşyüz metre uzaktaki pınara on iki keklik kondu. Tüfeğimde de biraz barutla on iki adet saçma vardı. Nişan aldım, "Ya Allah ya bismillah!" dedim ve ateş ettim; on bir keklik yere düştü.
Arkadaşı merak etmiş:
-On ikinci kekliğe ne oldu?
-Ha o mu? On ikinci saçma hâlâ onu takip ediyor!..
Bu palavraya çok kızan arkadaşı demiş ki:
-Ben de uçan deveyi vurdum!..
Öbür avcı gülmüş:
-Yuh be!.. Bu kadar da palavra olur mu?

YAPSAYDINIZ!


İskoçyalılar cimrilikleriyle ünlüdür. İskoçyalının biri gazetede "İspanya'da 200 dolara 10 gün tatil." adlı ilanı görünce çok sevinmiş, karısını aldığı gibi İspanya'ya gitmiş ve ilanı veren otele yerleşmiş. Karısıyla beraber otelde on gün kalan İskoçyalıya 1700 dolarlık hesap gelince şaşırmış:
-Bu ne?
Hesabı getiren otel görevlisi demiş ki:
-Hesabı inceleyin efendim.
İskoçyalı hesaba bakmış; 200 dolarlık kahvaltı yazısını görünce kızmış:
-İyi ama biz hiç kahvaltı yapmadık ki!..
Otel görevlisinin yanıtı şu olmuş:
-Yapsaydınız!..
İskoçyalı tekrar hesaba bakmış; 400 dolarlık öğle yemeği, 400 dolarlık akşam yemeği yazısını görünce; gözleri fal taşı gibi açılmış:
-İyi ama, biz otelde yemek yemedik ki!..
-Yeseydiniz!..
İskoçyalı hesabı tekrar gözden geçirmiş; 300 dolarlık içki masrafı yazısını görünce, söylenmiş:
-İyi ama, biz otelde hiç içki içmedik ki!..
-İçseydiniz!..
İskoçyalı yine hesap pusulasına bakmış; 200 dolarlık havuz masrafını görünce, tepesi atmış:
-İyi ama, biz hiç havuza girmedik ki!..
-Girseydiniz!..
İskoçyalı iyice sinirlenmiş ve yanındaki karısını göstererek, bağırmış:
-Şu hanımın fiyatı 10000 dolardır!..
Şaşıran otel görevlisi boş bulunmuş:
-İyi ama, biz karınıza bir şey yapmadık ki!..
İskoçyalı da şöyle demiş:
-Yapsaydınız!..

ALLAH BENİM KADEHİ Mİ GÖRECEK?


Temel, her gün rakı içiyormuş. Karısı "İçme şu zıkkımı!" dese de pek aldırmıyormuş. Mubarek ramazanda millet cuma namazına giderken, Temel de oturmuş evinde rakı içmeye başlamış, karısı Fadime çok kızmış:
-Millet cuma namazına giderken, sen rakı içiyorsun ha!.. Yazıklar olsun sana!..
Tam o sırada şimşekler çakmaya, gök gürlemeye başlamış. Temel'in karısı Fadime korkmuş:
-Gördün mü Allah başımıza ateş ve taş yağdıracak!..
Temel de karısını teselli etmiş:
-Üzülme Fadime, koskoca tekel binası varken, Allah benim kadehi mi görecek?

AKILLANDIN MI?


Nasrettin Hoca her gün Allah'a yalvarırmış:
-Allah'ım bana 1000 altın ver, 999 altın versen kabul etmem!..
Bu yakarışları Yahudi komşusu duymuş, alay etmek için Nasrettin Hoca'nın geçeceği yola 999 altın bırakarak, bir köşeye gizlenmiş. Biraz sonra Nasrettin Hoca gelmiş, yerdeki altınları görmüş, toplamış, tek tek saymış 999 altın. Nasrettin Hoca altınları cebine atıp, şükretmiş:
-Allah'ım, dualarımı kabul ettiğin için sana şükürler olsun. 999 altını veren 1000 altını da verir!..
Köşeden bizim hocayı gözetleyen Yahudi atılmış:
-Dur Hoca, ne yapıyorsun? Altınlar benim!..
Hoca da içinden "Demek benimle alay etmek için yoluma altın dökersin ha!.. Ben seni bir süründüreyim de gör!.." diye gülmüş kendi kendine. Yahudiyi gıcık etmek için demiş ki:
-Bak komşu, bu altınlar senin değil!.. Ben yüce Rabbime yalvardım; bu altınları da bana o verdi.
Yahudi başlamış ağlamaya:
-Altınlarım gitti!.. Altınlarım gitti!..
Nasrettin Hoca da Yahudinin hâline gülmeye başlamış. Yahudi de yapışmış hocanın yakasına:
-Kadıya gidelim!..
Hoca da gönülsüz gönülsüz cevap vermiş:
-Kadıya gitmesine gidelim de, benim sırtımdaki kürkümle, başımdaki börküm eski.
Yahudi bakmış başka çare yok; sırtındaki kürkünü, başındaki börkünü çıkarıp hocaya vemiş. Hoca kürkü sırtına, börkü başına geçirdikten sonra sormuş:
-Bu kürkle, bu börkle insan yaya yürür mü?
Yahudi çaresiz "Yeter ki Nasrettin Hoca benimle kadıya gelsin." diye atını da vermiş, düşmüşler yola, gelmişler kadıya. Yahudi şikâyet etmiş:
-Nasrettin Hoca 999 altınımı aldı, geri vermiyor!..
Kadı, soran gözlerle Nasrettin Hoca'ya bakmış. Hoca da kendini savunmuş:
-Yalan kadı efendi, bu arkadaşta biraz delilik vardır, biraz sonra sırtımdaki kürke, başımdaki börke dahi sahip çıkacaktır!..
Kadı, Yahudiye dönüp sormuş:
-Öyle mi?
Yahudi telaşla atılmış:
-Kürk de benim, börk de benim!..
Ağlayan Yahudiye bakıp, içinden kıs kıs gülen Nasrettin Hoca yine söz almış:
-Gördünüz mü kadı efendi? Nerdeyse altımdaki ata da sahip çıkacak!..
İyice telâşlanan Yahudi bağırmış:
-At da benim!..
Kadı da Yahudiye bağırmış:
-Haddini bil efendi!..
Sinirlenen kadı, Yahudiyi kovmuş. Nasrettin Hoca, Yahudiyi kırk gün yalvartmış, kırk gün sonra da sormuş:
-Akıllandın mı?
Yahudi de ağlayarak cevap vermiş:
-Akıllandım.
Hoca da Yahudiden aldığı her şeyi geri vemiş.

HOCA EFENDİDEN DAHA MI İYİ BİLECEKSİN?


Keloğlan'ın dul anası hastalanmış; götürmediği hekim, okutmadığı hoca kalmamış. Keloğlan, her gün anasına sorarmış:
-Ana bugün nasılsın?
Anası da hep aynı cevabı verirmiş:
-Hastayım oğlum!..
Keloğlan "Ben bu anamın derdine nasıl çare bulacağım?" diye kara kara düşünürken, komşusu akıl vermiş:
-Filan yerde ünlü bir hekim var, bir de ona götür!..
Keloğlan da anasını almış sırtına düşmüş yola, hekime giderken, Nasrettin Hoca'yla karşılaşmış; selâm vermiş, selâm almış. Hoca sormuş:
-Hayrola Keloğlan, nereye böyle?
-Anam hasta, derdine bir türlü çare bulamıyorum, yine bir hekime götürüyorum.
-Anan dul mu?
-Dul.
-Ananı kocaya vermeyi düşündün mü?
-Aman hocam, bu yaştan sonra anam ne yapacak kocayı?
Keloğlan daha sözünü bitirmeden, yaşlı anası öfkeyle bağırmış:
-Sus edepsiz, sen hoca efendiden daha mı iyi bileceksin?

ZIMPARA KÂĞIDI


Mahalle bakkalı, yanına çırak aldığı delikanlıya alışveriş hakkında öğütler veriyormuş:
-Mesela bakkal dükkânına bir müşteri geldi, bir paket çay istedi, dükkânda çay yoksa ne yaparsın?
-"Çay yok" derim.
-Olur mu öyle şey?
-Peki ne demeliyim?
-Müşteri senden çay istediği zaman, çay yoksa, yerine kahve vermeyi teklif edeceksin. Alışverişte yok yoktur. Müşteri dükkanda bulunmayan bir malı istediği zaman, onun yerini tutan başka bir şey önereceksin. Müşteri senden bir kilo mercimek isterse, dükkânda da mercimek yoksa; bir kilo bulgur vermeyi teklif edeceksin, anlaşıldı mı?
-Anlaşıldı efendim.
Bakkalın bir işi çıkmış, dükkânı çırağına emanet edip giderken yine uyarmış:
-Söylediklerimi sakın unutma, hadi bakayım göreyim seni!..
Az sonra bakkala bir adam gelmiş; bir şişe zeytinyağı istemiş. Çırak bakmış zeytinyağı yok, ustasının öğrettikleri aklına gelmiş:
-Zeytinyağımız kalmamış efendim, isterseniz yerine bir şişe gazyağı vereyim!..
Adam da bir lâhavle çekip gitmiş. Aradan bir dakika geçmiş geçmemiş, içeri bir kadın girmiş; tuvalet kâğıdı istemiş. Çırak dükkanda tuvalet kâğıdı kalmadığını görünce demiş ki:
-Tuvalet kâğıdımız kalmamış efendim, isterseniz yerine zımpara kâğıdı vereyim!..

KİM BAKARSA BAKSIN!


Erkek eşeğin cinsel arzuları uyanmış, dişi eşeğe bir teklifte bulunmuş:
-Hadi sevişelim!..
Dişi eşek, bu teklif karşısında terddüt ederek sormuş:
-Sevişmesine sevişelim de, çocuk olursa; kim bakacak?
Erkek eşek, iyice sertleşen cinsel organını göğsüne göğsüne vurarak, heyecanla cevap vermiş:
-Ben bakarım!.. Ben bakarım!.. Ben bakarım!..
Sevişme faslı bitince, dişi eşek başlamış ağlamaya, hem ağlıyor, hem de soruyormuş:
-Çocuk olursa; kim bakacak?
Erkek eşek umursamaz bir tavırla iyice küçülen şeyini sallamış:
-Bana ne yahu, kim bakarsa baksın!..

ACEMİ ÇAYLAK


Nasrettin Hoca, pazardan ciğer almış, evine gidiyormuş. Bir çaylak uçarak gelmiş, elindeki ciğeri kapıp kaçmış. Hoca da çaylağın arkasından şaşkın şaşkın bakakalmış. Kendi kendine demiş ki:
-Ulan bu çaylağın yaptığını ben de yapmazsam, bana da Nasrettin Hoca demesinler!..
Yüksek bir yere çıkan Nasrettin Hoca, çevreyi gözetlemeye başlamış, yolda et götüren bir adam görünce; hemen seğirtmiş, adamın elinden eti kaptığı gibi kaçmaya başlamış. Adam da Hoca'nın peşine takılmış:
-Hoca efendi, Hoca efendi, ne yapıyorsun sen?
Hoca da şöyle cevap vermiş:
-Ben çaylağım!..
Adam öfkeyle bağırmış:
-Madem çaylaksın, niye uçamıyorsun?
-Ben acemi çaylağım!..

ALLAH VERSİN!


Nasrettin Hoca çatıyı aktarırken, kapı çalınmış. Hoca eğilip aşağı bakmış; kapının önünde bir adam duruyormuş. Hoca seslenmiş:
-Buyur efendi!..
Adam rica etmiş:
-Kapıya kadar gelebilir misin?
Hoca "Her halde çok önemli" diye düşünmüş, kırk basamak merdiveni inmiş, soluk soluğa kapıya gelmiş. Adam demiş ki:
-Allah rızası için bir sadaka!..
Nasrettin Hoca öyle bir sinirlenmiş ki; sinirlendiğini belli etmeden adamı çağırmış:
-Gel benimle!..
Adam Hoca'nın peşine takılmış, kırk ayak merdiveni oflaya puflaya çıkarak, çatıya gelmiş. Hoca da geri dönüp şöyle demiş:
-Allah versin!..

KESERİM HA!


Delinin biri, minareye çıkmış, başlamış türkü okumaya. Caminin çevresinde toplanan kalabalık seslenmiş:
-Ulan oğlum, etme eyleme, in aşağı!..
Deli bu dinler mi?
-İnmiyorum işte, inmiyorum!..
Deli hem türkü söylüyor, hem de göbek atıyormuş. Kalabalık yalvarmış; deli dinlememiş. Kalabalık tehdit etmiş; deli tınmamış. Topluluk tam umudu kesmişken, çıkagelen bir sarhoş bağırmış:
-İn ulan oradan aşağı!..
Deli yanıt vermiş:
-İnmiyorum ulan!..
Sarhoş cebinden bir çakı çıkarmış ve deliye gözdağı vermiş:
-İnmezsen, ben de minareyi keserim ha!..
Deli başlamış yalvarmaya:
-Aman abi, ne olursun kesme, hemen iniyorum!..

KÖR OLUREM


Erzurumlu bir çiftin, yedi yılda yedi çocukları olmuş, başka çocuk istemedikleri için, bir doktora gitmişler. Kadın doğum uzmanı olan doktor, korunma yöntemlerini anlatmış, Erzurumlu çift de hiçbir şey anlamamış. Doktor da kadınmış, demiş ki:
-Beyefendi, siz dışarı çıkın; biz kadın kadına konuşalım.
Adam dışarı çıkmış. Doktor Hanım da başlamış anlatmaya:
-Bak kardeşim, bir daha çocuk doğurmak istemiyorsan; kocanla sevişirken, kocanın gözleri kayıp şaşı gibi bakmaya başlarsa, hemen altından çekil!.. Uzmanlara göre en etkili korunma yöntemi budur.
Erzurumlu kadın, bu öneriye itiraz etmiş:
-Doktor Hanım, ne diirsen sen? Kocam şaşı olana kadar; ben kör olurem kör!..

ONU KARIŞTIRMA!


Adam iki yıllık evli ve bir çocukluymuş, eşini ve çocuğunu sılada bırakıp, Almanya'ya çalışmaya gitmiş.
Beş yıl sonra yurda dönen adam, evinde üç tane çocuk görünce şaşırmış. Çocukların en büyüğü topaç çeviriyormuş, adam sormuş:
-Hanım bu kim?
Karısı cevap vermiş:
-İlk çocuğumuzu tanımadın mı?
Adam, gazoz kapaklarıyla oynayan çocuğu göstererek sormuş:
-Peki, bu kim?
-O da senin çocuğun, sen Almanya'ya giderken, ona hamile olduğumu bilmiyor muydun?
Adam yoğurt yiyen en küçük çocuğu göstermiş:
-Peki, bu kim?
Karısı demiş ki:
-Onu karıştırma, bırak da yoğurdunu yesin!..

NAH VARDIR!


Bir askeri birliğe "Cemal'in babası vefat etti!" diye bir haber gelmiş. Kötü haberi vermek istemeyen bölük komutanı Temel'i çağırmış ve emretmiş:
-Bu haberi Cemal'e sen ver!
-Başüstüne komutanım!
Temel gitmiş Cemal'in yanına giderek sormuş:
-Ula Cemal, dayın var mıdır?
-Vardır!
-Teyzen var mıdır?
-Vardır!
-Ninen var mıdır?
-Vardır!
-Deden var mıdır?
-Vardır!
-Anan var mıdır?
-Vardır!
-Baban var mıdır?
-Vardır!
-Nah vardır!..

BEN SANA DEMEDİM Mİ?


Akıl hastanesinden kaçan iki deli, yolda bir direksiyon bulmuşlar. Birinci deli almış direksiyonu eline, ağzıyla motor sesi çıkararak ve korna çalarak bir tur attıktan sonra demiş ki:
-Hah, şimdi bir arabamız oldu.
İkinci deli tereddüt etmiş:
-Ya masraf çıkarırsa?
Direksiyonu elinde tutan deli garanti vermiş:
-Çıkarmaz, atla arkaya.
Motor sesi çıkararak, korna çalarak 60 Km hız yaparak bir benzinliğe yanaşmışlar:
-Abi, 20 liralık kurşunsuz benzin doldur.
Bunların deli olduğunu anlayan benzinci, öfkeyle bağırmış:
-Sizin civatalarınız gevşemiş ulan!..
Arkadaki deli arkadaşına dert yanmış:
-Bu araba masraf çıkarır diye, ben sana demedim mi?

ÇİMENTO TORBASI


İnşaat işçisinin biri, çalıştığı işyerinden vizite kâğıdı alarak hastaneye gitmiş. Dahiliye uzmanı doktor hanım sormuş:
-Neyiniz var?
İşçi de utana sıkıla derdini söylemiş:
-Bir haftadır tuvalete gidemiyorum.
Doktor hanım adamı dinledikten sonra demiş ki:
-Hımmm, soyun bakayım.
Bizimki pantolonu çıkarmış, gömleği çıkarmış; bir don, bir fanila kalakalmış.
Doktor hanım yine demiş ki:
-Donu da çıkar.
Hasta işçi kıpkırmızı olmuş. Doktor Hanım sesini yükseltmiş:
-Niye utanıyorsun kardeşim, ben doktorum!..
Zavallı hasta çaresiz donu da çıkarmış. Doktor Hanım yine seslenmiş:
-Yüzüstü yat bakayım!
Hasta yüzüstü yatmış. Doktor Hanım eline bir sopa almış, kuyruk sokumuna birkaç defa sertçe vurduktan sonra şöyle demiş:
-Şimdi gidip tuvaletini yapabilirsin!
Tuvalete giden hasta, biraz sonra rahatlamış bir hâlde doktorun yanına gelmiş, teşekkür ettikten sonra sormuş:
-Doktor hanım, bir daha bu duruma düşmemek için ne yapmam gerekir?
Doktor Hanım da gülerek cevap vermiş:
-Bir daha tuvaletini yaptığında; tuvalet kâğıdı kullan, çimento torbası kullanma!..

YATAK DAR GELDİ!


Nasrettin Hoca'nın karısı vefat etmiş. Erkek adamın yalnız yaşaması biraz zordur. Hoca da yalnızlığa dayanamamış, kendine uygun bulduğu dul bir hanımla evlenmiş. Nasrettin Hoca ile yeni karısı, gece olunca, yatmışlar yatağa, başlamışlar muhabbete. Kadın, rahmetli kocasını övmeye başlamış:
-Benim rahmetli şöyle iyiydi, böyle iyiydi...
Hoca bu, altta kalır mı? Kesmiş kadının sözünü:
-Benim rahmetli daha iyiydi!
Kadının ağzı açılmış bir kere, kapatabilirsen kapat:
-Benim rahmetli erkenden kalkardı, sobayı yakardı, çorbayı pişirirdi, sofrayı hazırlardı...
Kadın rahmetli kocasının marifetlerini saymaya başlamış. İşin kötüye gittiğini gören Nasrettin Hoca, öyle bir itmiş ki; kadın yataktan yuvarlanarak düşmüş. Kendini yerde bulan kadın şaşkınlıkla sormuş:
-Hoca efendi, ne yaptın ayol?
Hoca cevap vermiş:
-Yatak dar geldi.
-Niye ki?
Hoca demiş ki:
-Bir yanda sen, bir yanda ben, bir yanda senin rahmetli, bir yanda benim rahmetli; dört kişi bir yatağa nasıl sığacağız yahu?

SEN O ZAMAN GÖRÜRSÜN SESİ!


Nasrettin Hoca hamama gitmiş, bakmış ki; hamamda in yok, cin yok, kendi kendine konuşacak değil ya; ağırdan ağırdan bir türkü tutturmuş. Hocanın sesi öyle güzel çıkmış ki;
kulaklarına inanamamış. Sesine hayran olan Nasrettin Hoca, kendi kendine sormuş:
-Vay be, benim kendimden haberim yok, meğer ne dokunaklı sesim varmış!.. Ulan bu ses koskoca hamamı inim inim inletsin de, müslümanlara niye temcit dinletmesin?
Hamamda yıkandıktan sonra minareye çıkmış, başlamış temcit okumaya. Aşağıdan birisi söylenmiş:
-Kim bu vakitsiz öten horoz? Ne berbat bir sesi var yahu!..
Hoca minareden eğilmiş ve demiş ki:
-Bre müslüman, bir hayır sahibi çıkıp da, şu minarenin tepesine bir hamam yaptırsaydı; sen o zaman görürdün sesi!..

NERDEN BİLEYİM DUL OLDUĞUNU AYOL!


Tıka basa yolcu dolu belediye otobüsü durmuş, durakta bekleyen Hatice teyze de binmiş otobüse. Şoför, yolcuları uyarmış:
-Sayın yolcular, lütfen ilerliyelim!..
Hatice teyze kalabalık içinde şıkışıp kalmış, önünde dikilen uzun saçlıya seslenmiş:
-Biraz daha ilerle kızım!..
Uzun saçlı da erkekmiş, öfkeyle cevap vermiş:
-Ağzını topla teyze, ben kız değilim!..
Şaşıran Hatice teyze demiş ki:
-Vah kızım vah, nerden bileyim ben senin dul olduğunu ayol!..

GOOOL!..


Temel, omuzuna aldığı papağanıyla maça gitmiş ve başlamış tezahürata:
-Şampiyon Trabzon!.. Şampiyon Trabzon!..
Papağan bunu ezberlemiş. Rakip takımın savunma oyuncularından biri biraz kiloluymuş, topa ne zaman vursa; havaya dikiyormuş, Temel de onun moralini bozmak için tempo
tutmuş:
-Şişko çıktı sahaya!.. Topu dikti havaya!..
Papağan bunu da ezberlemiş. Rakip takımın forvet oyuncusu öyle bir şut çekmiş ki; top kale direğini sıyırarak, dışarı gitmiş. Yüreği ağzına gelen Temel, gol olmadığını görünce,
hoplamaya başlamış:
-Sıyırdı!.. Sayırdı!..
Papağan bunu da ezberlemiş. Maçın son dakikalarında Trabzonspor bir gol atmış, Temel de sevinçle zıplayarak bağırmış:
-Goool!..
Papağan bunu da ezberlemiş. Maç bitince, papağanla birlikte bağıra bağıra evin yolunu tutmuşlar:
-Şampiyon Trabzon!.. Şampiyon Trabzon!..
Temel'in karısı da kiloluymuş, kadın eğilmiş avluyu süpürüyormuş, papağan bunu görünce tempo tutmaya başlamış:
-Şişko çıktı sahaya!.. Topu dikti havaya!..
Kadın sinirlenmiş; ayağındaki terliği çıkardığı gibi papağana fırlatmış, ama, isabet ettirememiş, papağan da bağıra bağıra başlamış hoplamaya:
-Sıyırdı!.. Sıyırdı!..
Kadın daha da sinirlenmiş, öbür terliğini de hışımla fırlatmış, terlik de "Paaattt!" diye Temel'e isabet edince; papağan sevinçle zıplayarak bağırmış:
-Goool!..

TANRI'NIN İŞİNE KARIŞMAYIN!


Tarlada çalışan bir köylü, yaz sıcağından ve yorgunluktan bunalınca, bir ağaç gölgesine oturmuş, dinleniyormuş. Çevresine bakarken bir bok böceği gören köylü, Tanrı'ya serzenişte bulunmuş:
-Allah'ım, her türlü mahlukatı yarattın da, bu bok böceğini niye yarattın?
Aynı köylü bir yıl sonra ölümcül bir hastalığa yakalanınca, doktora gitmiş. Doktor demiş ki:
-Senin derdinin dermanı bok böceği; yersen kurtulursun, yemezsen ölürsün!..
Adam çaresiz doktorun dediklerini yaparak iyileşmiş.
Aynı köylü iki yıl sonra bir gemide yolculuk yaparken fırtınaya yakalanmış. Dev dalgalar gemiyi ceviz kabuğu gibi sallıyormuş. Gemi personeli telaşla sağa sola koşarken, bizim köylü
de rakısını yudumluyormuş. Gemi kaptanı bu duruma fena içerlemiş:
-Yahu sen ne kadar rahat adamsın! Gemi batacak, umurunda değil!..
Köylü, umursamaz bir tavırla kaptana akıl vermiş:
-Ben Tanrı'ın işine bir defa karıştım; bok böceği yemek zorunda kaldım. Aklınız varsa, Tanrı'nın işine siz de karışmayın!..

nereyi kapatıyorsun

Temel derede yikanirken, köyün çocuklari hinzirlik yapip dere kenarinda biraktigi elbiselerini alip kaçmislar. Dereden çikan Temel elbiselerini bulamayinca utancindan elleriyle önünü kapayarak eve dogru kosmaya baslamis. Uzaktan çirilçiplak, kosarak geldigini gören babasi seslenmis:"Ula benim salak usagim, yüzünü kapasana, oni kim taniyacak!!!"

fıkralar

öteki dünyada maç

Bir devrin tüm as ve klas futbolculari cennette bulusmus. Cennetin bas melegi de futbol meraklisiymis. Seytani çagirtmis: - "Cennetle cehennem arasinda bir maç düzenleyelim, ne dersin?" - "Bosuna oynamayalim, biz kazaniriz", demis Seytan. - "Olur mu en iyi futbolcular bizde. Ne kadar da kötü futbolcu varsa sizde." Seytan seytanca gülümsemis: - "Ama bütün hakemler de bizde."

22 Ocak 2008 Salı

karınca

Adamın biri 15 yıl hapse mahkum olmuş. Cezasının ilk gününde15 yılın çabuk geçmeyeceğini anlamış. Başlamış kara kara düşünmeye; "Ben burada 15 yılı nasıl geçireceğim?" diye.
Tam o sırada yerden geçen bir karıncaya gözü çarpmış. "Buldum!" demiş. "Ben bu karıncayı eğiteyim. Hem vakit geçirmiş olurum, hemde buradan çıktığımda bu karınca sayesinde para kazanırım" demiş.
Adam 15 yıl boyunca çalışmış ve karıncayı eğitmiş. Karıncaya koş dediğinde karınca koşuyor, zıpla dediğinde zıplıyor ve dur dediğinde duruyormuş.
Adan sonunda hapishaneden kurtulmuş. İlk olarak bir bara gitmiş. Barmenden bir içki istemiş. İçkisini içtikten sonra karıncasının marifetlerini göstermeye karar vermiş.
Karıncayı cebindeki kibrit kutusundan çıkarıp masanın üzerine koymuş. Barmeni yanına çağırıp gözüyle karıncayı işaret etmiş."Bak" diye.
Barmen baş parmağının ucuyla karıncayı ezerek "Af edersiniz efendim." demiş.

fıkralar
Melekler Bill Gates'e ölmeden önce bir torpil yapalım demişler ve onu bir gece alıp öbürki aleme götürmüşler. Melekler Bill'e önce cehennemi göstermişler. Gates bakmış ki cehennemde insanlar koşuşturuyorlar, hareket var, heyecan var! Daha sonra cenneti göstermişler. Bakmış cennette herşey normal, bir kaç kuş cıvıltısı falan..
Cehennem Bill Gates'e cazip gelmiş ve "Ölünce cehenneme gitmek isterim." diyerek meleklere arzusunu bildirmiş.
Bir süre sonra Gates gerçekten ölmüş ve melekler onu alıp cehenneme götürmüşler! Cehenemim kapıları açılınca Gates gözlerine inanamamış! Çünkü bu cehennem gördüğü cehennemden çok farklıymış. İnsanlar feryat figan kaçışıyorlar, acı içinde oraya buraya koşuyorlarmış. Bill, meleklere dönüp, "Bu cehennem gördüğüm cehennemden farklı'" demiiş. Melekler cevap veermiş: " O gördüğün cehennemin ekran koruyucusuydu!"

hayvanlar

Italya'da Vatikan yakinlarinda bir eve gece hirsiz girmiş Hirsiz evin içinde karanlikta ilerlerken arkasindan bir ses gelmis:
-Seni ben görüyorum. Isa da görüyor!
Hirsiz panik içinde bir köseye sinip ve farkedilmemeyi ümit ederken ses tekrar yükselmis
- Seni ben görüyorum. Isa da görüyor!
Hirsiz sesin kendine seslendigine emin olunca el fenerini açip, sesin sahibini aramaya baslamis ve bakmis bir Papagan! Saskinlikla söylemis:
-Konusan sen miydin?
Papagan tekrar konusmus
-Evet..
Bunun üzerine Hirsiz
-Ama sen Papagansin! Papagan cevap vermis.
-Evet ben Papaganim... Isa da Doberman...

adolf hitler

20. yüzyilin basinda bir evde kucuk bir cocuk babasina sormus:
- “Baba!, kedilerin kuyruklarini kesip kemer yapmak günah midir?”
Baba ilgisizce;
- “Günahtir evladim” demis
- “Peki baba zencilerin derilerinden paspas yapmak günah midir?”
- “O da gunahtir evladim”
- “Peki baba japonlarin beyinlerinden corba yapmak gunah midir?”
- “Ooofff! o da günahtir evladim”
- ” Peki baba yahudilerin yaglarindan sabun yapmak gunah midir?”
Baba en sonunda dayanamaz:
- “Degildir ulan. oooff bee Adolf , nerden aklina gelir boyle sorular sormak?!…”

Kaç kişiler

İsvicre Çin`e savaş ilan etmiş. Bir şekilde Çine kadar gelmişler.
Haber Çin başbakanına geç ulaşmış.
- Başbakanım İsviçreliler saldırdı Pekine girdiler
- İsvicre de ne?
- Avrupada bir ülke
- Kaç kişi bunlar?
- 5 milyon
- Peki hangi otelde kalıyorlar

İYİLİK MELEĞİ


Adamın biri, tam uçağa binerken bir ses duymuş:
-Bu uçağa binme, uçak düşecek!..
Adam sağa bakmış, sola bakmış; kimseyi göremeyince korkmuş ve uçağa binmekten vazgeçmiş, akşam televizyonda haberleri izlerken uçağın düştüğünü ve kurtulan olmadığını öğrenince kendi haline şükretmiş. Adam ertesi gün bilet almış, tam trene binecek, yine aynı sesi duymuş:
-Bu trene binme, tren raydan çıkacak, kurtulan olmayacak!..
Adam sağa bakmış, sola bakmış; kimseyi göremeyince, trene binmekten vazgeçmiş, akşam televizyonda haberleri izlerken trenin raydan çıktığını ve kurtulan olmadığını öğrenince; yine kendi haline şükretmiş. Adam bir gün sonra terminale gitmiş, bilet almış, tam otobüse binecek, yine aynı ses:
-Bu otobüse binme, kaza yapacak, kurtulan olmayacak!..
Adam sağa bakmış, sola bakmış; yine kimseyi göremeyince sormuş:
-Sen kimsin yahu?
-Ben senin iyilik meleğinim!..
-Ulan, evlenirken neredeydin?

PAYDOS


Ölüm döşeğinde olan duvarcı ustası bir türlü can veremiyormuş, can çekişirken sayıklıyormuş:
-Harç ver!.. Tuğla ver!.. Mala ver!..
Duvarcı ustasının başına toplanan karısı ve çocukları ne yapacaklarını şaşırınca, Nasrettin Hoca'yı çağırmışlar. Hoca bakmış ustaya, usta sayıklıyor:
-Harç ver!.. Tuğla ver!.. Mala ver!..
Adamın kulağına eğilip bağırmış:
-Paydooosss!..
Adam da o anda canını vermiş.

BİR HAFTA SONRA GEL!


Hep Nasrettin Hoca fıkraları anlatacak değilim ya. Bugün de size Emre Hoca fıkrası anlatayım.
Emre Hoca Gemlik'te internet kafe çalıştırır "Sigara içilmez! Okul kıyafeti ile girilmez! 12 yaşından küçükler giremez!" gibi kurallara sıkı sıkıya bağlıdır. Bir gün on bir, on iki yaşlarında
bir çocuk geldi. Emre Hoca sordu:
-Yavrum, kaç yaşındasın sen?
-On iki yaşıma girmeme bir hafta var hocam!
Emre Hoca, bu cevap üzerine kızdı ve dedi ki:
-Hadi yavrum, hadi kuzum, sen bir hafta sonra gel!..

NAH İNDİRDİ!


Eskiden Anadolu'nun bir köyünde yaşayanlar, akşama kadar tarlada çalışıp yoruldukları için, erkenden yatıp uyuyorlarmış. Durum böyle olunca yatsı namazında cami bomboş kalıyormuş. Köy imamı "Yahu bu yaptığınız günahtır!" dese de, köylülerin pek aldırdığı yokmuş. Köy camisi, bir zaman sonra öğle namazında da boş kalmaya başlamış. Bu duruma içerleyen imam, köylüleri uyarmış:
-Ey cemaat, günaha giriyorsunuz!..
Köylüler de savunma yapmışlar:
-Hocam, tarlada çalıştığımızdan yorulduğumuz için; erken yatmak zorunda kalıyoruz, bu yüzden yatsı namazını vaktinde kılamıyoruz. Tarladaki işimizi aksatmamak için, öğle namazını da zamanında kılamıyoruz. Bu da yetmiyormuş gibi, köy imamına bir öneride bulunmuşlar:
-Hocam, sen şehre gittiğinde müftüye söyle; namazı üç vakte düşürsün.
Bir zaman sonra imam eşeğine binip şehre gitmiş, köyde olup bitenleri müftüye anlatmaya başlamış. Müftü de imamın anlatıklarını "Ya sabır!.. Ya sabır!.." diye diye dinliyormuş. İmamın aklına köylülerin önerisi gelmiş:
-Müftü efendi, köylüler haber yolladı, namazın üç vakte düşürülmesini istiyorlar. Sabır çeken müftünün sabrı, iyice taşmış ve imamı kovmuş:
-Namaz dediğin beş vakittir!.. Yıkıl karşımdan!..
Köylüler, köprü başında toplanmışlar, büyük bir heyecanla müftüden gelecek cevabı bekliyorlarmış, köprünün karşı tarafından gelen imamı görünce bağırmaya başlamışlar:
-Hocam, indirdi mi, indirdi mi?
İyice sinirlenen imam, sağ elini yumruk yapmış, sol eliyle de bileğini tutarak, köylülere bağırmış:
-Nah indirdi, nah indirdi!.. Bindirdi, bindirdi!..

GÖZ DOKTORU


Yaşlı bir adam, gözlerinin az görmesinden şikayetçiymiş, göz doktoruna gidip, derdini anlatmış. "Çaresine bakalım amca!" diyen doktor A harfini duvara asmış, adamın gözüne bir mercek takmış; A harfi koskoca olmuş. Doktor sormuş:
-Bu ne harfi amca?
Adam koskoca A harfini görüyormuş, ama ne olduğunu bilmiyormuş. Çünkü adamın okuması, yazması yokmuş. "Ben cahilim." demeye de utanıyormuş, koskoca A harfine bir daha bakmış ve kestirip atmış:
-Göremiyorum doktor bey!..
Göz doktoru, adamın gözüne başka bir mercek takmış; A harfi daha da büyümüş. Yaşlı adam okuma yazma bilmediğini çaktırmayacak ya, demiş ki:
-Yine göremiyorum doktor bey!..
Göz doktoru yavaş yavaş sinirlenmeye başlamış, bir lâhavle çekmiş, merceği değiştirmiş; A harfi tamamen büyümüş, tekrar sormuş:
-Şimdi görüyor musun amca?
Adam mahcup şekilde cevap vermiş:
-Yine göremiyorum doktor bey!..
Doktor iyice sinirlenmiş, elindeki değneği "Paaattt!.." diye masaya vurmuş, masadaki kalemlik de "Çaaattt!.." diye yere düşmüş. Bu duruma şaşıran adam "Aaa!.." demiş. Öfkesi yatışan doktor, gülerek seslenmiş:
-Hah!.. Şimdi A demesini öğrendin!.. Yarın gel, B demesini öğreteyim!..

KİTAP


Bir deli, başka bir delinin elinde kalın bir kitap görünce sormuş:
-Bu ne kitabı?
Öbür deli de bilgiç bir tavırla cevap vermiş:
-Roman yazdım, al oku!..
Kitabı alan deli bir hafta sonra geri getirdikten sonra dert yanmış:
-Yahu bu romanı okudum, ama, içinde çok isim geçiyor!..
Öbür deli daha kalın bir kitap uzatmış ve demiş ki:
-Bu romanı da yeni yazdım, al bunu da oku!..
Kitabı alan deli, bir hafta sonra geri getirerek yine dert yanmış:
-Yahu bunun içinde de çok isim geçiyor!..
Tam o sırada akıl hastanesinin başhekimi gözükmüş ve sinirli bir şekilde bağırmış:
-Verin ulan şu telefon rehberlerini!..

KAZ


Adam ölmüş, öbür dünyada sorgusu başlamış:
-İçki içtin mi?
-Aman efendim, içki içmek benim haddime mi?
-Kumar oynadın mı?
-Aman efendim, kumar oynamak benim haddime mi?
-Hovardalık yaptın mı?
-Aman efendim, hovardalık yapmak benim haddime mi?
Cebrail bağırmış:
-Oradan bir çift kanat getirin!..
-Melek oluyorum değil mi efendim?
-Hayır, kaz oluyorsun!..

YAYLALAR


Adamın biri, gece yarısı korka korka mezarlıktan geçiyormuş, korkusunu yenmek için başlamış bağıra bağıra türkü söylemeye:
-AY AKŞAMDAN IŞIKTIRRR!..
Mezarlıktan koro halinde türküye eşlik eden sesler duyulmuş :
-YAYLALARRR!.. YAYLALARRR!..

PUL KOLEKSİYONU


Temel, bir kadını çok seviyormuş, onu tavlamak için, en klâsik yolu denemiş:
-Haydi gel de, sana pul koleksiyonumu göstereyim.
Kadın, Temel'in niyetini anlamış, ama bozuntuya vermeden sormuş:
-Pul koleksiyonunu beğenmezsem ne olacak?
Temel cevap vermiş:
-Beğenmezsen giyinip gidersin!..

TATMİN


Temel kendini mastürbasyona kaptırınca, babası onu evlendirmiş. Annesi ve babası bir gün Temel’in evine gitmişler, kapıyı Temel'in karısı Fadime açmış, Temel'in evde olup olmadığını sormuşlar. Temel de evde merdiven altındaymış. Babası gitmiş ve bir de bakmış ki ki ne görsün; Temel yine mastürbasyon yapıyor. Babası sormuş:
-Ula uşak, evlendin da, yine kendi kendine mi yapıyorsun onu?
Temel gayet rahat cevap vermiş:
-Fadime’nin kolu yorulmuştu da baba!..

EV HANIMI


Adam, akşamüstü iş çıkısı eve geldiğinde, evin bahçesinin karmakarışık olduğunu görmüş. Üç çocuk da bahçede çamurlar içinde oynuyormuş. Boş yemek kutuları ve içecekler etrafa saçılmış. Karısının arabası, garaj kapısının önünde, bir kapısı açık şekilde yamuk halde park eder durumdaymış. Evin içine girdiğinde, durum daha da vahim bir sekle dönüşmüş. Girişteki halının bir kenarı kıvrılmış, havaya kalkmış ve abajur sehpanın üzerine devrilmiş. Salondaki televizyonun sesi sonuna kadar açık bir halde çizgi film kanalındaymış. Oturma odasında yerler, oyuncaklar ve çocuk giysileri ile kaplıymış. Mutfağa girdiğinde, lavabonun sabah kahvaltısı bulaşıkları ile dolu olduğunu görmüş. Ayrıca, kırılmış bir bardağın parçaları masanın altında duruyormuş. Üst kata yöneldiğinde, merdivenlerdeki elbiseleri fark etmiş. Telaşla karısının başına kötü bir şey gelmiş olabileceğini ye da hastalanmış olduğunu düşünerek, hızla koşmaya başlamış. Yatak odasına girdiğinde, karısını yatakta, gecelikle uzanmış, kitap okurken bulmuş. Karısı, kocasını görünce, okuduğu kitaptan başını kaldırmış ve hafifçe gülümseyerek sormuş:
-Günün nasıl geçti?
-Her zamanki gibi.
Karısına bu cevabı veren adam, şaşkınlıkla söylenmiş:
-Ne oldu bugün böyle?
Karısı, tekrar gülümseyerek demiş ki:
-Sen her gün eve döndüğünde, "Bütün gün ne yaptın ki?" demez miydin?
-Evet.
-Güzel!.. Bugün, her gün yaptıklarımı, yapmadım!..

TATBİKAT


Temel tatbikatta pilot olarak görevliymiş, uçağa havalandırmış. Üç, beş, sekiz, on, on beş feet yükselmişken aniden yere düşmeye başlamış, zorlukla kurtulmuşlar, ama uçak paramparça olmuş. Komutanı çok kızmış:
-Ula sen ne yaptın ?
-Hiç komutanum, doksan fitte idim, hava çok soğuyunca vantilatörü kapattım.
Bu olaydan sonra Temel paraşüt birliğine atanmış. Yine bir tatbikatta Temel, İdris’le birlikte uçaktan atlamış, İdris paraşütünü açmış, o sırada hızla yanından geçen Temel’e bağırmış:
-Ula uşağum, niye paraşütünü açmadın?
Temel cevap vermiş:
-Ula uşağım, tatbikattayız, tatbikatta!..

KAVANOZ


Bir gün, 75 yaşında bir ihtiyar sperm testi yaptırmak için doktora gitmiş. Doktor adama bir kavanoz vermiş ve demiş ki:
-Spermlerinizi bu kavanoza akıtıp yarın bana getirin!..
Ertesi gün ihtiyar kavanozu getirip doktora vermiş. Doktor kavanoza bakmış ve boş olduğunu görünce, sebebini sormuş. İhtiyar başlamış anlatmaya:
-Doktor bey, dün gece sağ elimle denedim; olmadı, sol elimle denedim; yine olmadı. Karımı çağırdım, o da sağ ve sol elleriyle denedi; olmadı, ağzıyla denedi önce dişini çıkararak, sonra dişini takarak denedi; yine olmadı. Baktık olacak gibi değil komşunun karısını çağırdık, o da iki elini ve ağzını denedi; yine olmadı!..
İyice şaşıran doktor hayretle sormuş:
-Ne yaptınız, komşunun karısını da mı çağırdınız?
İhtiyar sinirli bir şekilde cevap vermiş:
-Ne yapalım? Açamadık şu lanet kavanozu bir türlü!..

BAŞKA KİMSE YOK MU?


Temel, bir gün tarlasından evine dönüyormuş. Karadeniz bölgesinin sarp arazisindeki patikada ilerlerken, Temel'in birden ayağı kaymış ve yüzlerce metre derinlikteki uçuruma yuvarlanmış, can havliyle, uçurumdaki bir ağacın dalına tutunmuş, aşağıya bir bakmış ki; metrelerce derinlik, ve dibinde de sivri sivri kayalar. Korkudan ne yapacağını şaşıran Temel, belki bir duyan olur da, kurtarmaya gelir diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamış:
-Kimse yok mu? Kimse yok mu?
Bir kaç kere daha bağırmış. Sonunda, ta yukarılardan, gökten bir ses duymuş:
-Ey kulum Temel, düşüp ölsen ne var ki? Seni cennetime koyarım. Eğer emirlerimi yaptıysan, yasaklarımdan kaçındıysan, kul hakkı yemediysen; hiç korkma!..
Temel, kendi kendine düşünmüş; emirlerden hemen hemen hiçbirini yapmamış, yasakların neredeyse tamamını yapmış, kul hakkı desen sadece Fadime'nin hakkını bile ödeyemez. Başını kaldırıp, tekrar bağırmış:
-Başka kimse yok mu? Başka kimse yok mu?

STOK


Bir Alman, bir Fransız ve Bir Türk olan Temel’i, Nato’nun uzay programında görevlendirmişler. Beş yıl bir uyduda yaşayacakları için, yanlarına en çok sevdikleri bir şeyi almalarına izin vermişler. Alman beş yıllık bira. Fransız ise 5 yıl yetecek kadar şarap almış yanına. Bizim Temel ise 5475 paket Samsun sigarası almış ama, çakmak almayı unutmuş. Üçünü de stoklarıyla birlikte uzaya göndermişler.
Beş yıl aradan sonra, büyük bir kalabalık toplanmış, mekiğin dönüşü merakla bekleniyormuş. Uzay aracı alkışlarla dünyaya iniş yapmış. Sarhoş Alman Lili Marlen'i söyleyerek inmiş. Zilzurna Fransız da Edit Piaf'ı söylüyormuş. En sonunda ağzında yanmamış bir sigara ile gözleri dönmüş bir hâlde Temel görünmüş, Uzay mekiğinden aceleyle inmiş, kalabalığa doğru koşarak bağırmış:
-Ula uşaklar, ateşi olan var mıdır da?

FEMİNİST FADİME


Dünya Feministler Kongresinde konuşmacılar kürsüye çıkıp, yaşadıkları zorlukları ve düşüncelerini beyan ediyorlarmış. Amerikalı bir hanım söz almış:
-Ben iyi bir şirketin genel müdürüyüm. Artık alışveriş yapmaktan bıktım. Kocama "Bundan sonra alışverişleri sen yap!" dedim. Baktım, birinci gün oralı olmadı, ikinci gün oralı olmadı, üçüncü gün yaptı.
Ardından Almanyalı bir hanım söz almış:
-Ben iyi bir şirkette üst düzey yöneticiyim. Bir gün kocama "Ben artık bulaşıkla ilgilenmekten bıktım, biraz da sen yıka!" dedim. Birinci gün yapmadı, ikinci gün yapmadı, baktım üçüncü gün yapmış.
Sırası gelen Türk temsilcisi Fadime kürsüye çıkmış ve demiş ki:
-Ben kendimi bildim bileli temizlikçiyim. Geçen gün Temel'e "Ben artık çamaşır yıkamaktan mahvoldum, biraz da sen yıka!" dedim; iki gözüm de morardı. Birinci gün göremedim, ikinci gün göremedim, üçüncü gün gözlerim yavaş yavaş görmeye başladı.

DÜN YOKTU DA


Temel, İstanbul'da Amerikalı bir turisti gezdiriyormuş. Amerikalı Topkapı Sarayı'nı görünce sormuş:
-Bu saray kaç yılda yapıldı?
Temel de kafadan atmış:
-Beş yılda yapıldı.
Amerikalı kendi kendine söylenmiş:
-Yazık, biz de olsa; bir yılda yapılırdı.
Bir süre sonra Sultanahmet Camisi'ni gören turist yine sormuş:
-Bu cami ne kadar zamanda yapıldı?
Temel yine sallamış:
-İki yılda yapıldı.
Turist yine söylenmiş:
-Yazık, bizde olsa; üç ayda yapılırdı.
Temel içinden "Ya sabır!.." çekerken, Anadolu Hisarı'nı gören turist yine sormuş:
-Burası ne kadar zamanda yapıldı?
Temel bol keseden sallamış:
-İki ayda yapıldı.
Turist yine söylenmiş:
-Yazık, bizde olsa; bir haftada yapılırdı.
Temel, Amerikalıya iyice kıl olmuş. Boğaz köprüsünü gören Amerikalı turist yine sormuş:
-Bu köprü ne kadar zamanda yapıldı?
Temel bir Amerikalıya, bir de Boğaz köprüsüne bakmış ve alaycı bir tavırla söylenmiş:
-Ula bu köprü dün yoktu da! Kim koymuş ha bunu buraya?

ÇOCUKTAN AL HABERİ


Beş altı yaşları civarında bir çocuk, bahçede oynarken, babasının arabasıyla sokaktan geçip, ormana doğru gittiğini görmüs. Merak bu ya, o da arabayı izleyerek ormana gitmis, bir de ne görsün; babası ile teyzesi arabanın yanında durmus öpüşüyorlarmış. Çocuk bu ya, gördüğünden etkilenmis durumda koşarak eve dönmüs, nefes nefese heyecanlı bir sekilde gördüklerini annesine anlatmaya başlamış:
-Anne, anne! Biraz önce babamı ormanda gördüm!
Annesi çocuğun sözünü kesmis:
-Dur biraz, nefes al, sakinleş de öyle anlat.
Çocuk sakinleştikten sonra devam etmiş:
-Bahçede oynarken, babamın arabasıyla ormana dogru gittiğini gördüm. Ben de ormana gittim, orada babamı teyzemle öpüşürlerken gördüm. Bir süre sonra babam ceketini, teyzem de gömleğini çıkardı, sonra arabanın arka koltuğuna geçtiler.
Anne çocuğa dönmüş:
-Dur bakalım, ne kadar ilginç bir öykü bu; devamını anlatma, sakla. Bu öyküyü aksam yemeğinde babanla beraberken bitirirsin. Sen bu öyküyü bitirirken babanın suratını görmek istiyorum!
Akşam olmuş, yemeğe oturmuşlar. Anne çocuğa dönmüş:
-Bugün neler yaptığını bize anlatsana?
Çocuk başlamış anlatmaya:
-Bahçede oynarken, babamın arabasıyla ormana doğru gittiğini gördüm. Ben de ormana gittim, orada babamı, teyzemle öpüşürlerken gördüm. Bir süre sonra babam ceketini, teyzem de gömleğini çıkardı, sonra arabanın arka koltuguna geçtiler, ardından da geçen sene babam seyahatteyken, senin amcamla yaptığın şeyden yaptılar!..

HERKES BİLİYOR


Temel, Paris'te bir dükkâna girmiş, bakmış ki; dükkânın bir köşesinde harika bir papağan görmüş. Papağanı hayran hayran seyreden Temel, dükkân sahibine sormuş:
-Ula, bu nasıl bir kuştur?
Temel'in yanına gelen dükkân sahibi, papağanın özelliklerini anlatmaya başlamış:
-Bu harika bir kuştur efendim, karşısına geçene bakar ve ona nasıl birisi olduğunu söyler.
Temel, papağanın karşısına geçer geçmez, kuş bağırmış:
-Sen aptalsın!..
Temel, papağanı satın almak istemiş, ancak adam satılık olmadığını söylemiş. Bunun üzerine Temel, papağanın yumurtalarından rica etmiş; dükkân sahibi biraz düşündükten sonra, şöyle demiş:
-Yarın gelin, vereyim.
Ertesi gün gittiğinde, dükkân sahibi Temel'e üç tane yumurta vermiş. Temel derhal Trabzon'a dönmüş, eş, dost, akraba, komşu kim varsa toplamış ve papağanın özelliklerini anlattıktan sonra, gururla yumurtaları göstermiş ve hep birlikte yumurtaları kuluçkaya yatırmışlar. Bir süre sonra, yumurtalardan birisi çatlamış ve içinden normal bir tavuk civcivi çıkmış, bir anlam verememişler. Fakat, ikincisinden bir bıldırcın civcivi, üçüncüden de keklik civcivi çıkınca, Temel'in tepesi atmış, uçağa atladığı gibi varmış Paris'e, dükkânı bulmuş, dalmış içeriye. Papağan, Temeli görür görmez bağırmış:
-Sen salaksın!..
Temel daha da kızmış ve papağana ters ters bakarak sesini yükseltmiş:
-Ula bana bak, benim salak olduğumu burada bir sen biliyorsun, ama senin orospu olduğunu, Trabzon'da herkes biliyor!..

NEYE BASIYOR?


Temel, kahvehanede arkadaşlarına av maceralarını anlatıyormuş:
-Geçenlerde ormana ava gittim, birden bir ayı ile karşulaştım, tüfeği atıp kaçmağa başladım. Ayı da beni kovalamaya başladı. Tam ayının nefesini ensemde hissettiğim anda; ayı kayıp yere düştü. Bu durumu fırsat bilip arayı açmağa çalıştım, ama ayı yine peşime düştü. Tam ayının nefesini ensemde hissettuğum anda; ayı tekrar kayıp yere düştü. Ben tekrar arayı açmağa çalıştım.
O arada Dursun, dayanamamış:
-Ula Temel, çok cesaretli adamsın. Ben senin yerinde olsam; altıma ederdim.
Temel gülmüş:
-Ula sen ayının neye basıp, kaydığını sanıyorsun?

PÜF


Nasrettin Hoca'nın karısı doğum sancıları çekmeye başlamış. Hoca da ebeyi çağırmış. Ebe doğum için hazırlıklara başlamış ve hocadan rica etmiş:
-Hocam, lâmbayı tutar mısın?
Hoca lâmbayı tutmuş.
Hoca'nın bir kızı olmuş. Ebe yine rica etmiş:
-Hocam, lâmbayı yine tutar mısın?
Hoca lâmbayı yine tutmuş. Bu sefer Hoca'nın bir kızı daha olmuş. Ebe bir daha rica etmiş:
-Hocam, lâmbayı yine tutar mısın?
Hoca kızmış, püf diye lâmbayı söndürmüş. Ebe şaşkınlıkla sormuş:
-Hocam, ne yaptın sen? Nasrettin Hoca cevap vermiş:
-Ne yapayım yahu? Işığı gören dışarı çıkıyordu, ben de lâmbayı söndürdüm!..

NASIL DA PARLIYOR


Yeni evli bir kadın, kocasının ilgisizliğinden yakınıyor ve komşularına dert yanıyormuş:
-Evlendik evleneli, hâlâ gerdeğe giremedik!..
Komşu kadınlar, yeni geline çeşitli akıllar vermişler, ama, yeni gelin ne yaptıysa; başarılı olamamış, kocası her gece sırtını dönüp, horul horul uyuyormuş. Bir gün, kocası koşa koşa eve gelmiş ve demiş ki:
-Hanım, çabuk perdeleri kapat!..
Yeni gelinin gözleri parlamış, sevine sevine perdeleri kapatmış, kocası da kolundaki saati göstererek şöyle demiş:
-Bak hanım, bu fosforlu saati yeni aldım; görüyor musun, karanlıkta nasıl da parlıyor!..

AYI AVI


Temel ile Dursun, ellerinde birer tüfek alıp, ayı avına çıkmışlar. Ormanlık bir arazide toplanıp bunların çevresini saran ayılar demişler ki:
-Demek bizi avlıyacaktınız ha, sizi bir güzel dövelim de görün!..
Dursun can havliyle bir ağaca tırmanmış ve kendini kurtarmış. Temel ise ayıların gazabına uğramış, öyle bir dayak yemiş ki; Bir hafta hastanede yatmış.
Temel'in kabullenemediği şey; Dursun'nun kurtulması ve kendisinin dayak yemesi imiş. "Yine ayı avına gidelim." diye Dursun'u ikna etmiş ve çıkmışlar ava. Ayılar yine bunları tuzağa düşürmez mi? Dursun yine fırlamış çıkmış ağaca. Dayağı yiyen yine Temel olmuş ve bir hafta daha hastanede yatmış.
Dursun'un kurtulup, kendisinin dayak yemesini gurur meselesi yapan Temel, "Ayı avına gidelim!" diye Dursun'u yine ikna etmiş, çıkmışlar ayı avına. Temel bu sefer gözünü dört açıyormuş, ayıları görünce, hemen ağaca tırmanacak ve Dursun'un ayılar tarafından dövülmesini zevkle izleyecekmiş. Yine ayılar tarafından sarılmışlar, Temel hemen fırlamış çıkmış ağaca. Ayının biri demiş ki:
-Yahu, hep yerde kalanı dövüyoruz! Bu sefer de ağaca çıkanı dövelim!..

ŞEYİN Mİ KAŞINDI?


Adamın biri, pazardan papağan almış, eve geliyormuş. Papağan yeni sahibine sormuş:
-Patron, senin adın ne?
Adam adını vermek istememiş:
-Sana ne ulan benim adımdan?
Yeni sahibinin kendisine güvenmemesine sinirlenen papağan başlamış küfretmeye:
-Ulan patron, senin şeyine koyayım!..
Adam hayretler içinde kalmış, başından aşağı adeta kaynar sular dökülmüş, bu küfürbaz papağanı aldığına bin pişman olmuş, götürüp geri vermek istemiş, ama papağanı geri almak istemiyen satıcı, akıl vermiş:
-Papağanı bir kümese kapat, sen gözükme, yemini, suyunu çocuklar versin, orada bir hafta kalsın; aklı başına gelir, küfretmeyi de unutur.
Adam denileni yapmış, bir hafta sonra da "Bizim papağan ne yapıyor acaba?" diye merak etmiş, kümesin kapısını açmış, kafasını içeri uzatmış. Papağan adamı görünce içeriden bağırmış:
-Ne o patron, şeyin mi kaşındı?

SİYASİ SUÇLU


Olay 12 Eylül öncesi Türkiye'sinde geçiyor. Bekar bir mühendisin bir papağanı varmış. Bir gün papağanı evde yalnız bırakıp işe giden mühendis, işten eve döndüğünde, balkon camlarının kırık olduğunu görmüş ve papağana sormuş:
-Sen mi kırdın?
-Ben kırmadım.
-Kim kırdı?
-Bilmiyorum.
Bir camcı çağırıp, balkon camlarını taktıran mühendis, ertesi gün işten döndüğünde, balkon camlarının yine kırık olduğunu görünce; yine papağana sormuş:
-Sen mi yaptın?
-Ben yapmadım.
-Kim yaptı?
-Bilmiyorum.
Mühendis yine camcı çağırmak zorunda kalmış ve kırılan camların yerine yeni camlar taktırmış, kendi kendine,"Ulan bizim camları biri kırıyor, ama acaba kim kırıyor?" diye düşünmüş. Ertesi gün, işe gider gibi evden ayrılan mühendis, yolun karşı tarafına geçip evi gözetlemeye başlamış. Öğleye doğru sağcı bir grup, sloganlar atarak evin önünden geçiyormuş. Papağan da balkona çıkıp bağırmış:
-Kahrolsun faşizim!..
Sağcı grup da taş atarak tepkisini dile getirmiş ve balkon camlarının yarısı kırılmış. Mühendis olanları görünce şaşırmış ve kendi kendine "Vay adi, şerefsiz papağan!.." demiş ve yine de evi gözetlemeye devam etmiş. Akşama doğru solcu bir grup sloganlar atarak geçiyormuş. Papağan da balkona çıkıp bağırmış:
-Koministler Moskova'ya!..
Solcu grup da tepkisini dile getirince, sağlam kalan camlar da kırılmış. Mühendis öfkeyle girmiş eve ve papağanı bir güzel dövdükten sonra camcı çağırıp, camları yeniden taktırmış. Hırsını alamayan mühendis, ertesi gün işe giderken de papağanı tavuk kümesine hapsetmiş. Tavuklar papağanı kümeste görünce; başlamışlar gülmeye, gülerken de birbirlerine soruyorlarmış:
-Bu salak ne arıyor burada?
Papağan, tavukların kendisiyle alay etmesine sinirlenerek bağırmış:
-Ne gülüyorsunuz ulan! Sizin gibi fahişelikten yatmıyorum burada, ben siyasi suçluyum!..

NAH KESERİM!..


Adamın biri evinde sakal traşı oluyormuş. Karşı balkondaki papağan da adamı taklit ediyormuş; adam ne yaparsa yapsın, papağan da aynısını yapıyormuş. Adam papağana çok kızmış ve demiş ki:
-Sen alay et bakalım, ben sana bunun hesabını sorarım!..
Papağan da kessin diye, adam suratını kesmiş. Papağan da karşıdan nanik yaparak bağırmış:
-Nah keserim!..

EŞEKTEN İNMEYİNCE


Olay Osmanlı döneminde geçiyor. Köyün birine bir imam tayin olmuş, öyle güzel, öyle yakışıklı bir gençmiş ki; köyün bütün kızları ve dul kadınları imamın peşinden koşar olmuş. İmam kadına, kıza bakacak bir tip de değil, bir kadın veya bir kız görse; başını öne eğerek geçiyormuş. Dul kadının biri, öbür kadınlarla iddiaya girerek demiş ki:
-Ben bu imamı baştan çıkarırım!..
İmam bir gün eşeği ile birlikte şehir pazarına gitmiş; patetesini, soğanını almış heybeye koymuş, binmiş eşeğine geri dönüyormuş. Kadınlar da imamın gelmesini dört gözle bekliyormuş, karşıdan imam gözükünce hepsi çalıların arkasına saklanmış. İddiaya giren kadın da bir güzel soyunmuş; yolun içine çırılçıplak yatmış. İmam yolda çırılçıplak kadını görünce şaşırmış ve eşeği durdurmuş:
-Çüüüşşş!..
Eşek durmuş. İmam sağa bakmış; kimse yok, sola bakmış; kimse yok, sonra da elindeki değnekle kadının orasını burasını kurcalamaya başlamış; bakmış ki, olacak gibi değil, kendi kendine söylenmiş:
-Eşekten inmeyince olmayacak bu iş!..

TEMEL'İN İNEĞİ


Temel'in ineği hastalanmış; zavallı hayvan ne yermiş, ne içermiş. Temel kendi kendine demiş ki:
-Ula bu işten anlasa anlasa Dursun anlar, ne de olsa askerde revirciydi.
Dursun'u çağırmış, Dursun bir veteriner edasıyla ineğin ağzını açmış; boğazına bakmış ve Temel'e seslenmiş:
-Temel geç bakayım ineğin arkasına!..
Temel ineğin arkasına geçmiş.
-Kaldır bakayım ineğin kuyruğunu!..
Temel ineğin kuyruğunu kaldırmış.
-Bak bakayım oradan bana!..
Temel bakarken, Dursun sormuş:
-Ula Temel, beni görebiliyor musun?
Temel, bakmış bakmış; Dursun'u görememiş:
-Ula Dursun, göremiyorum seni!..
Dursun da ineğe teşhiş koymuş:
-Ula Temel, senin inek bağırsak düğümlenmesi olmuştur da!..

BÜYÜK İKRAMİYE


Temel, her gün beş vakit namaz kılıp Allah'a dua ediyormuş:
-Allah'ım, Milli Piyangodan büyük ikramiye bana çıkmadan canımı alma!..
Azrail ne zaman gelirse gelsin, Temel'in canını bir türlü alamıyormuş, bakmış olacak gibi değil, Allah'a şikâyete gitmiş:
-Allah'ım, Temel'in canını bir türlü alamıyorum, nedir bunun sebebi?"
Allah demiş ki:
-Bu güzel kulum; "Allah'ım, Milli Piyangodan büyük ikramiye bana çıkmadan canımı alma!.." diye bana dua ediyor.
Azrail de Allah'a yalvarmış:
-Allah'ım, Büyük ikramiyeyi bir an önce Temel'e kazandırın; ben de rahat rahat canını alayım!..
Allah, Azrail'e gülerek cevap vermiş:
-O uyanık Temel hiç Milli Piyango bileti almıyor ki!..

AYRAN


Adamın biri, ekin biçmekten geliyormuş, eşeğine de iki balya saman sarmış, öyle bir terlemiş, öyle bir susamış ki; yolda bir Yörük çadırı görmüş. Cadırın önünde yedi sekiz yaşlarında bir çocuk oynuyormuş. Adam çocuğa seslenmiş:
-Evlâdım, bana bir bardak su verebilir misin?
Çocuk adama bakmış ve demiş ki:
-Amca, istersen ayran getireyim.
-İyi olur oğlum.
Bir tas ayran getirmiş. Adam bir dikişte ayranı bitirmiş ve derin bir oh çekmiş. Çocuk yine demiş ki:
-Amca, istersen bir tas daha getireyim?
-Getir oğlum.
Adam ayranı yine bir dikişte bitirmiş. Çocuk yine sormuş:
-Amca, istersen bir tas daha getireyim?
Susuzluğunu dindiren adam, çocukla alay etmeye kalkmış:
-Lan oğlum, nerden buldunuz bu kadar ayranı?
Çocuk boynunu bükmüş:
-Amca, zaten biz bu ayranı dökecektik.
-Niye oğlum?
-İçine fare kaçtı da ondan!
Adam bir sinirlenmiş bir sinirlenmiş; ayran içtiği tası yere fırlatmış, tas da bir taşa çarpıp parça parça olmuş. Çocuk başlamış ağlamaya:
-Annneee!.. Bu adam bizim köpeğin yal tasını kırdı!..

PLOPÇU


Askere gidecek olan Temel, tanıdıklarıyla vedalaşırken, en samimi arkadaşı Dursun sormuş:
-Ula Temel, ne askeri oldun da?
Temel cevap vermiş:
-Denizci oldum.
Dursun, Temel'e başlamış akıl vermeye:
-Bir gemiye düşüp, rahat etmek istiyorsan "Plopçuyum" diyeceksin.
-Ula Dursun, plopçu ne demek?
Plopçunun ne olduğunu Temel'in kulağına fısıldayan Dursun, sıkı sıkı tembih etmiş:
-Kimseye söyleme!..
Temel gitmiş askere, düşmüş bir harp gemisine. Gemi komutanı yeni gelen askerlerin mesleklerini soruyormuş:
-Sen necisin oğlum?
-Aşçıyım komutanım!..
-Sen necisin oğlum?
-Makinistim komutanım!..
-Sen necisin oğlum?
-Berberim komutanım!..
Derken sıra bizim Temel'e gelmiş:
-Sen necisin oğlum?
-Plopçuyum komutanım!..
Komutan düşünmüş taşınmış, plopçunun ne olduğunu çıkaramamış, kendi kendine söylenmiş:
-Ulan, "Plopçu nedir?" diye sorsam; koskoca gemi komutanı bir şey bilmiyor diyecekler, dertsiz başıma dert mi lazım? Boş ver anasını satayım!..
Temel'e dönüp demiş ki:
-Tamam oğlum, sen de işine bak!..
Bütün asker arkadaşları çalışırken, Temel yan gelip yatıyormuş, böylece askerlikte bir yılını tamamlamış.
Bir gün koramiral gemiye teftişe gelmiş, bütün askerler esas duruşa geçmiş. Koramiral, her askere soru sormuş ve cevabını almış, sıra bizim Temel'e gelmiş:
-Sen necisin oğlum?
-Plopçuyum komutanım!..
Koramiral sormuş kendi kendine:
-Lan, bu plopçu ne demek?
Düşünmüş taşınmış; çıkamamış işin içinden:
-Ulan askere sorsam; koskoca koramiral plopçunun ne demek olduğunu bilmiyor diyecekler, en iyisi boş ver!..
Sonra da Temel'e seslenmiş:
-Tamam oğlum, rahatına bak!..
Temel'in askerliğinin bitmesine bir gün kalmış. Bu sefer de oramiral teftişe gelmez mi? Her askere ne iş yaptığını sormuş; cevabını almış, sıra bizim Temel'e gelmiş:
-Sen necisin oğlum?
-Plopçuyum komutanım!..
-Plopçu ne demek oğlum?
-Komutanım, izin verin anlatayım!..
-Anlat oğlum!
Temel cebinden bir taş çıkarmış, denize fırlatmış, taş da "Plop" diye suya düşmüş, bir taş daha fırlatmış, o da "Plop" diye suya düşmüş. Temel, oramirale dönmüş:
-Anladınız mı Komutanım?
-Tamam, anladım oğlum.

BİZİM ÇOCUKLAR


Yahudi Mişon'nun karısı ölmüş, iki küçük çocukla kalakalmış. Erkek adam küçük çocuklara nasıl bakacak? Evlenmeye karar veren Mişon, iki çocuklu dul bir bayanla hayatını birleştirmiş. İki çocuk Mişon'un, iki çocuk da hanımın; etti mi dört çocuk? Aradan seneler geçmiş, iki çocukları daha olmuş. Bir gün Mişon'la hanımı televizyonda akşam haberlerini izliyorlarmış, çocukların odasından bağırışlar ve gürültüler gelmeye başlamış, karısı seslenmiş:
-Mişon git bak, ne oluyor?
Mişon da gidip bakmış ve bir karış suratla geri dönmüş, karısı sormuş:
-Ne oldu Mişon?
Ağlayacak hale gelen Mişon, dert yanmış:
-Senin çocuklarla, benim çocuklar bir olmuşlar!..
-Eee?
-Bizim çocukları dövmüşler!..

TERBİYESİZ


Nişanlı olan bir genç kızla bir delikanlı, bir çay bahçesinde buluşmuşlar. Delikanlının aklı kızda, kızın fikri de delikanlıdaymış. Delikanlı, kızın güzel gözlerine bakarken dalgın dalgın düşünüyormuş, merak eden kız sormuş:
-Ne düşünüyorsun sevgilim?
Delikanlı cevap vermiş:
-Senin düşündüğünü düşünüyorum.
Kız öyle bir sinirlenmiş ki; delikanlının suratına bir tokat atmış ve söylenmiş:
-Terbiyesiz!..

BAYRAK DİREĞİ


Olay bir akıl hastanesinde geçiyor. Delinin biri her gün bayrak direğine tırmanıyormuş, cebinden bir kâğıt çıkarıp, bayrak direğinin tepesine sıkıca bağlıyormuş. Bu durum Başhekimin dikkatini çekmiş, o da tırmanmış direğe delinin koyduğu kâğıdı alıp inmiş. Kâğıtta şöyle yazıyormuş:
-BURASI BAYRAK DİREĞİNİN TEPESİDİR!..

SORUN


Adamın biri, seks hayatındaki sorununa çare bulmak için doktora gidip dert yanmış:
-Doktor Bey, bana bir şeyler oluyor, sevişirken bir sıcak basıyor; terliyorum, bir soğuk basıyor; üşüyorum!..
Yapılan tahlillerde hiçbir şey çıkmaması üzerine, doktor kütüphanesindeki tüm tıp kitaplarına bakmış ve benzer bir olguya rastlayamamış, adama bir öneride bulunmuş:
-Beyefendi, bir de eşinizi çağırıp onunla konuşalım.
Ertesi gün, adamın eşi gelince, doktor durumu kadına anlatıp sormuş:
-Eşiniz sizinle sevişirken; bir terliyormuş, bir üşüyormuş, bunun bir nedeni olabilir mi?
Kadın sinirli sinirli söylenmiş:
-O kör olasıca herif; bir ağutosta sevişir, bir de ocakta!..

ARAŞTIRMA


Temel, böcekler üzerinde araştırmalar yapıyormuş ve araştırma sonucunu da bir rapora yazıyormuş. Yakaladığı pireyi mikroskopla inceleyen Temel, bir komutan edasıyla emir vermeye başlamış:
-Hopla diyorum sana!..
Pire hoplamış.
-Zıpla diyorum sana!..
Pire zıplamış.
Temel, pirenin ayaklarını tek tek kopardıktan sonra, yine emir vermeye başlamış:
-Hopla diyorum sana!..
Pirede çıt yok.
-Zıpla diyorum sana!..
Pirede tık yok.
Temel araştırma sonucunu yazmış:
"Ayakları olmayan pirenin, kulakları duymuyor!.."

BOYAMA İŞİ


Temel ile İdris, bir bayrak direğinin boyama işini almışlar. Ne kadar boya harcayacaklarını hesaplamak icin, direği ölçmeye calışmışlar. Çapını ölçmek kolay olmuş. Direğin yüksekliğini ölçmek için de, Temel İdris'in omuzlarına çıkmış, ama diregin tam tepesine ulaşamamış. Idris: "Ben senden uzun boyluyum, bir de ben deneyeyim!" deyip Temel'in omuzlarına çıkmıs ama, direğin tepesine o da ulaşamamış. Oturmuşlar, ne yapacaklarını düşünüyorlarmış. Yanlarına iri yarı bir adam gelip sormuş:
-Burada ne yapıyorsunuz?
Bizimkiler sorunu anlatmış:
-Hiç sorma uşağım, direğin çapını ölçtük, ama bir türlü yüksekliğini ölçemedik.
Bunlara yardımcı olmak isteyen iri yarı adam, bayrak direğini kavradığı gibi yerinden sökmüş, boyunu ölçüp, tekrar yerine diktikten sonra yoluna devam etmis. Adam gittikten sonra Temel ve İdris birbirlerine bakıp gülmeye başlamışlar ve demişler ki:
-Aptal herife bak da, biz ona yüksekliğini sorduk; o bize uzunluğunu verdi!..

DAKTİLO


Mahallenin bakkalı karısıyla anlaşmış, sevişmek istedikleri zaman, on yaşındaki çocukları anlamasın diye 'daktilo' sözcüğünü şifre olarak kullanıyorlarmış. Bir gün dükkânda otururken, canı karısıyla sevişmek istemiş, "Fırsat bu fırsat. Nasıl olsa müşteri de yok anasını satayım!" diye düşünmüş. Sokakta oynayan oğlunu çağırıp talimat vermiş:
-Eve git, annene söyle, daktiloyu hazırlasın.
Çocuk gidip annesine söylemiş. O sırada hamur açan kadının canı sevişmek istemiyormuş, o da çocuğa talimat vermiş:
-Dükkâna git, babana söyle; daktilo bozuk.
Bir kaç saat sonra humur işlerini bitiren kadının canı sevişmek istemiş bu sefer, oğlunu çağırıp yine talimat vermiş:
-Dükkâna git, babana söyle; daktilo düzeldi.
Beş dakika sonra adamdan cevap gelmiş:
-Daktiloya gerek kalmadı, el yazısıyla yazdım!..

SAĞIR


Temel doktora gidip dert yanmış:
-Doktor bey, bizim Fadime sağır herhalde, sorularıma cevap vermiyor.
Doktor demiş ki:
-Karınızın sağırlık derecesini ölçelim, siz bir soru sorun; duymaz ise, beş adım yaklaşıp soruyu tekrarlayın, ne kadar mesafeden duyduğunu bilelim.
Temel, deneme yapmak için eve gittiğinde Fadime'yi yemek yaparken görünce sormuş:
-Karıcığım, bugün yemekte ne var?
Sormuş ama; Fadime'de ses yok, beş adım yaklaşıp bir daha sormuş; çıt yok, bir beş adım daha yaklaşmış ve bir daha sormuş:
-Kız Fadime, sana diyorum; yemekte ne var?
Fadime de bağırarak cevap vermiş:
-Bak Temel, dördüncü kez söylüyorum; yemekte hamsili pilav var!..

YAĞMUR YAĞDI, ŞİMŞEK ÇAKTI


Adamın biri kiliseye günah çıkartmaya gitmiş, papazla konuşmaya başlamışlar :
- Papaz efendi dün komşunun küçük kızı geldi, yağmur yağdı, şimşek çaktı; ben bir günah işledim.
- Allah affeder oğlum...
- Önceki gün de komşunun büyük kızı geldi, yağmur yağdı, şimşek çaktı; ben bir günah işledim.
- Allah affeder oğlum...
- Daha önceki gün de komşumun karısı geldi, yağmur yağdı, şimşek çaktı; ben bir günah işledim.
- Tamam oğlum Allah affeder, affeder de, sen yavaş yavaş gitsen iyi olacak. Hava da bozmaya başladı zaten.