26 Şubat 2008 Salı

YAĞMUR


O yıl kuraklık köy halkının belini bükmüş; ahali her gün yağmur duasına çıkıyormuş, ama bir türlü yağmur yağmıyormuş. Kahvehanede oturmuş, hoca ile birlikte yağmur duasına gidenleri seyreden Bektaşî onları çağırmış:
-Ey ahali, buraya gelin!.. Ben size yağmur yağdıracağım!..
Köylüler de hoca ile birlikte Bektaşî'nin etrafında toplanmışlar. Bektaşî tekrar seslemiş:
-Bana bir kova su bulun!..
Hemen bir kova su bulup getirmişler. Sırtından çıkardığı hırkasını kovanın içine atıp bir güzel yıkayan Bektaşî, kurması için söğüt ağacının dalına asmış. Tam o sırada şimşekler çakmış, gök gürlemiş, ardından da şakır şakır yağmur yağmaya başlamış. Şaşıran köylüler, Bektaşî'nin ermiş olduğuna inanıp, elini öpmek için yarışa girmişler. Bektaşî de bundan rahatsız olup demiş ki:
-Durun yahu!.. Ne yapıyorsunuz? Benim ermiş olduğum filan yok!..
Köylüler hep bir ağızdan seslenmişler:
-Efendi hazretleri siz gerçekten ermişsiniz. Siz ermiş olmasaydınız yağmur yağar mıydı?
-Yahu kardeşim, benim ermiş olduğum filan yok. Sadece hırkamı yıkayıp kurusun diye söğüt dalına astım.
Köylüler hep bir ağızdan sormuş:
-Peki, o zaman yağmuru nasıl yağdırdın?
Bektaşî cevap vermiş:
-Bugünlerde yukarıdakinen aram bozuk. Bana kızdığını bildiğim için, hırkamı yıkayıp kurusun diye söğüt dalına astım. O da kurumasın diye yağmur yağdırdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder